Category Blog

Son yıllarda beyin göçü oldukça yoğun bir şekilde yaşanmaktadır. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler açısından yaşanan bu göçler ile çoğu genç nüfus yabancı ülkelere gitmektedir. Türkiye’de iş sahalarında yaşanan aksaklıklar ve engeller sonucunda meslek sahibi kişiler ile bilhassa öğrenciler çareyi yurt dışına çıkmada bulmaktadırlar. İş alanlarında karşılaşılan maddi ve manevi sıkıntılar açısından özellikle kalifiye olan kişiler yurt dışına çıkarak işlerini orada devam ettirme arzusundadırlar.

Yurt dışına çıkmak ve orada yeni bir hayat kurmak her ne kadar kolay gözükse de yurt dışına çıkmanın da kendine göre zorlukları bulunmaktadır. Bu zorlukların başında aileden uzak kalmak ve farklı bir ortama girmek başta gelmektedir. Ayrıca iyi bir eğitiminiz yoksa eğer dil konusunda ve iletişimde de oldukça zorlanıldığı görülmektedir. Aba Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi olarak bünyemizde bulunan öğrencilerimize başta dil eğitimi olmak üzere eğitimlerinde gerekli olan tüm kolaylıkları sunmaya gayret göstermekteyiz. Eğitimcilerimiz tarafından desteklenen dil eğitimleri sayesinde gittiğiniz yurt dışı eğitim programlarında rahatça hareket edebilmektesiniz. Beyin göçü örnekleri arasında günümüzde en fazla gerçekleştirilenler; Almanya, Kanada, İngiltere ve ABD olmaktadır.

Beyin Göçü Nedir? Beyin Göçünün Nedenleri Nelerdir?

Beyin göçü nedir ve beyin göçü ne demektir soruları geçmişten günümüze kadar gelmiş olan merak unsurları arasında yer almaktadır. Sorunun cevabını açıklayacak olursak; yetişmesi için büyük kaynakların gerekli olduğu veya yetiştirildikten sonra bulunduğu ülkede gereken ilgiyi ve alakayı görmeyen bilim insanının daha gelişmiş olan bir ülkeye gitmesini ifade etmektedir. Vasıflı insan gücü olarak da tabir edilen bu kavram genellikle kendini mühendislik ve tıp alanlarında göstermektedir. İyi eğitim almış, üretmeyi seven, sürekli düşünmeyi amaç edinmiş nitelikli çalışanların görev yapmak üzere gelişmiş olan bir ülkeye gitmesi durumuna karşılık gelmektedir.

Beyin göçü kavramından bahsetmek için terk edilen ülkenin göç edilen ülkeye göre gelişmişlik seviyesinin düşük olması gerekmektedir. Ülkeler arasındaki olanaklar açısından da belli bir farkın olması kriterler arasında bulunmaktadır. Bu kavram özellikle bilim olarak kendini geliştirmiş ülkelere yönelik yapılan kaynak aktarımını ifade etmektedir. Göçün ilk olarak görüldüğü ve kaynaklara geçildiği yerlerin başında Kanada ve ABD gelmektedir. 1960’lı yıllarda İngiltere’den yapılan göçler bu doğrultuda kayıtlara geçmiş bulunmaktadır.

Yurt Dışında Karşılaşılan Zorluklar Nelerdir?

Beyin göçü yapan özellikle üniversite öğrencileri gittikleri ülkelerde çoğu zorlukla mücadele etmektedir. Dil konusunda yaşanılan sıkıntıların başta geliyor olması ile beraber para kazanma açısından da zorluklar yaşanmaktadır. Özellikle öğrencilerin almış oldukları harçlar ile geçimlerini sağlamaları oldukça zor olmaktadır. Öğrenciler bu süreçte hem okuyup hem de ek işler ile geçimlerini sağlamaktadırlar. Çoğu gençler gittikleri ülkeler de kendi ihtiyaçlarını karşılayarak hayat mücadelesini öğrenmeye çalışmaktadırlar.

Dünya sektörü içerisinde yer alan Google, Facebook gibi bilişimin ön planda tutulduğu alanlar yüksek mühendislik isteyen iş kollarındandır. Özellikle bu firmalar çalıştırdıkları elemanlara yüksek maaş vererek kendilerine olan cazibeyi her geçen gün artırmaktadır. Bunu bilen çoğu genç insanlar orada çalışarak yüksek maaş kazanma gayretine girmektedirler. Oysa Aba psikoloji ve danışmanlık olarak bizler öğrencilerimizi iş aramak yerine iş kurma konusunda özendirmeye çalışmaktayız. Eğitim sürecinin her adımında yanında bulunduğumuz öğrencilerimizin çoğu bu günlerde kendi iş sahalarını kurarak Türkiye’den yapılan beyin göçü durumunun önüne geçmeyi amaçlamaktadırlar. Öğrencilerimizin büyük çoğunluğu eğitim içerikli start-up’lar kurarak Türkiye üzerinden tüm dünyaya iş yapmaktadırlar.

Türkiye’deki Start-Up Alanları

Beyin göçü nedenleri arasında yer alan gelişmiş ülkelere yönelik tercihler dünya ülkeleri arasındaki göçü çarpık bir şekilde gerçekleştirmektedir. Günümüz Türkiye’sinde Amerika’ya gitmeye gerek kalmadan rahatlıkla bilişim sistemleri üzerinden iş yapılabilmektedir. Özellikle Türkiye’de yer alan ODTÜ Teknokent ve İTÜ’de yer alan start-up’lar ihtiyaç duyulan strateji planlarını üretmede son derece önemli adımlar atmaktadır. Bu Teknokent’ler sayesinde Türkiye bilişim alanında çok yüksek ihracat rakamlarına imza atmaktadır.

Almanya’da gerçekleştirilen 2014 yılı raporlarına göre dünya 2025 yılında; Almanya, İngiltere ve Kanada olmak üzere bilişimde oldukça gelişme gösteren ülkelere beyin göçü yaşanacağı üzerine öngörüde bulunmuştur. Ayrıca bu rapor içerisinde bulunan psikolojik testlerin hazırlanmasında da Aba psikoloji ve Danışmanlık olarak bizlerde görev alarak çalışmalarda bulunduk. Bizlerinde katılmış olduğu bu rapora göre özellikle entelektüel seviyesi yüksek olan genç insan gücüne ihtiyaç duyulmaktadır.

Yine bu raporlar gösteriyor ki; 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’yı Almanya yapan Türkiye’den göç edenlerin üstün çabaları olmuştur. Genç beyin gücünün en yüksek ülke sıralamalarında ilk sırada yer alan Türkiye olduğundan Almanya zaman içerisinde Türkiye’nin bu yönünden sıklıkla faydalanmıştır. Çünkü bir sistemin gelişmesini isteyen için önemli olan güç ve girdi insandır. Bilişimden tutun da tüm sektörlerin ilerletilmesinde insanın öngörüsü, yaklaşımı ve kalitesi ile fark atılabilmektedir. Bu fark kişinin kendi doğasında yer almaktadır. Bu kabiliyet para ile satın alınamamakta ya da bedava kazanılmamaktadır. Kişiler deneyimle bu farkları kendilerinde oluşturmaktadırlar.

Read More

Bildiğiniz gibi bir süredir yurt dışı eğitim, #MesleklerinGeleceği, #GeleceğinMeslekleri, bölüm seçimi, alan seçimi, meslek seçimi, burs ile okuma gibi bir çok alanda öğrenci ve velileri bilgilendiriyoruz. Open Day’leri yapma amacım, velilerin sürece hâkim olabilmesi ve öğrencilerin kariyer planlaması konusunda velilerin edineceği bilgilerle çocuklarını doğru yönlendirmelerinde destek olmak.

Open Day’lerin Amacı Ne?

Open Day’ler benim sosyal sorumluluk projem. Dünyanın eğitim ve diğer alanlarda gösterdiği değişimi takip ediyor, gidişatı gözlemliyor ve öğrencilerimizin bu yapıya entegre olmalarını sağlıyoruz. Dünyanın gidişatını anlamadan, yeni kararlara ayak uydurmadan devam edebilmek mümkün değil. Bu nedenle öğrencilerimizin seçeceği bölüm, alan, meslek, üniversite ve daha bir çok kararda bu değişimlerden haberdar olmalarını ve gerçekten yetkinlikleri olan, hayat boyu mutlu olabilecekleri seçimler yapmalarını sağlıyoruz.

Open Day – Ücretsiz Veli Bilgilendirme Toplantılarımız Artık Online’da!

Ülkemizin ve tüm dünyanın içerisinde bulunduğu olağanüstü durum nedeni ile, bu süreçte hem veli ve öğrencilerimizi doğru yönlendirmeye devam etmek hem de çalışan ve danışanlarımızın sağlığını korumak adına Open Day’lerimizi her Cumartesi ZOOM üzerinden yapmaya başladık. Sizler de bu süreçte doğru kararlar alabilmek, #GeleceğinMeslekleri ve #MesleklerinGeleceği hakkında bilgi sahibi olmak için online görüşmelerimize davetlisiniz. Bizlere aşağıdaki telefon numaraları ile ulaşabilir, hemen rezervasyon yaptırabilirsiniz.

0 (212) 945 29 03

0 (212) 287 86 06

0 (532) 296 86 12 

Open Day- (Ücretsiz Veli Bilgilendirme) toplantılarım ile ilgili daha fazla bilgi almak için YouTube videoma göz atabilirsiniz.

 

Read More

Üniversiteler hayatın dönüm noktası. Hem iş hayatına geçiş, hem de bir öğrencinin kendini keşfetmesinde önemli bir nokta. Kişinin hangi üniversitede hangi bölümü okuyacağına karar verirken bu konuda Yetenek Yönetimini devreye sokmak gerekiyor. Burada önemli nokta, gideceğiniz üniversitenin size uygun olup olmadığı.

21. Yüzyılda önemli bir konu, Akademik dil: İngilizce. Aynı zamanda bilim dilinin ötesinde, bugün medyada ve birçok teknoloji alanında İngilizce yeterliği aranıyor. Bu anlamda öğrencilerin İngilizce yeterliğini, özellikle meslekî anlamdaki yeterliğini ortaya koymaları gerekiyor. Dünya standartlarında, dünyanın terminolojisine uygun olan bir altyapıda dil yapısına ve bilgisine sahip olmanız lazım. Bu yüzden en çok aradığımız özelliklerden bir tanesi, öğrencinin, kendi yetkinliğini ve kendi alanında İngilizcesini iyi geliştirebilecek ve meslekî anlamda onu belli bir noktaya getirebilecek üniversitede okumasını sağlamak. Bu haritayı açtığınızda tabii ki Türkiye, paralelinde Amerika, Kanada, Avrupa, hatta İngiltere’nin ötesinde Uzak Doğu bile söz konusu. Bugün en önemli konu aslında bir ülkeye gitmek değil, hangi üniversiteye gittiğiniz önemli. Neden derseniz, üniversite ismi üstünde, “university” yani evrende bir şehre gidiyorsunuz. O yüzden sizin için önemli olan o üniversitenin hangi bölümünün sizin için uygun olduğunu çıkartmak. Ve o üniversitenin o alandaki yetkinliği önemli. O yüzden bizim bakmamız gereken en önemli konulardan bir tanesi, sizin bu üniversitelere girebilmek için yetkinliğinizin olması.

Not ortalaması tüm üniversitelere önemli bir girdi sağlıyor. Bunun dışında, yabancı dildeki yeterliğiniz, TOEFL ya da IELTS sınavlarındaki başarınız çok önemli. Bundan sonra bir ayrışım başlıyor. Eğer Avrupa’ya gidecekseniz ayrı, Amerika’ya gidecekseniz ayrı, Kanada’ya gidecekseniz ayrı, İngiltere’de, hatta Türkiye’de okuyacaksanız çok daha farklı stratejilere ihtiyacınız var. O yüzden aslolan, özellikle lise 1’den sonra 10. ve 11. sınıf olan sizin lise döneminizde, 12. sınıf yurt dışı eğitim için çok geç olduğu için, eğer yurt dışını düşünüyorsanız, 10. ve 11. sınıfta birinci derecede bu anlamda belli tedbirler almanız, gerekli sınavlara girmeniz gerekiyor. İşte eğer belli şekilde belli bir plan izlerseniz ve bunları üç aylık, altı aylık, dokuz aylık planlar ile takip etmeye başladığınızda birçok üniversiteye birden kabulünüz gelebilir. Bunlar arasında size en uygun olanını, özellikle de bursu olanları tercih edebilirsiniz.

Konu ile ilgili daha fazla bilgi almak için aba Eğitim YouTube kanalında yayınlanan Doç. Dr. Gamze Sart’ın süreci anlattığı videoya göz atabilirsiniz.

 

 

Read More

Üniversitelerde 4 tane büyük fakülte var: Tıp, Sanat, Sosyal Bilimler ve özellikle Mühendislik. Bunların elbette ara yönleri var. Mühendisliğin dışında Biyoteknoloji ve Genetik, alt yapıda Mimarlık, onun yanında Tıbbı destekleyen Psikoloji ve Eğitim, ve sonrasında da Görsel Sanatlar. Tam ortada bir zamanlar İşletme ve Finans dururken bugün ise: Antropoloji, Hukuk, ve özellikle de Bilgisayar Mühendisliği bildiğimiz üzere önde.

Geleceğin Üniversiteleri Neler?

Şimdi çok önemli bir noktaya doğru gidiyoruz. İşin özünde artık bu fakültelerin arasında, sahnede, %95’lik büyük oranıyla Tıp ve Yaşam Bilimleri bölümleri rol oynayacak. Ve bunun yanında da Mühendislik devreye girip akıllı şehirler ve akıllı evler ile beraber Mimarlık ön plana çıkacak. Peki Sosyal Bilimlere ne olacak? Sosyal Bilimler bu anlamda tüm Mühendislik fakülteleri ile beraber Tıp fakültelerinde birlikte ortak çalışma alanları oluşturacak. Üniversitelerin pek çoğunda “Humanities” diye geçen dersler artık Mühendislik fakültelerinin, Tıp fakültelerinin içinde yer almakta. Psikoloji, Genetik ve özellikle de Biyoteknoloji ve Biyomedikal alanlarında büyük gelişim var. Söylenen o ki, bugün itibarıyla işin % 65’i 2050 yıllarında bu alanda gidecek. Mimarlık ve İç Mimarlık veya Endüstriyel Tasarım, Ürün Tasarımı gibi alanlarda ne olacak? İşte orası da çok enteresan bir noktaya doğru gidiyor.

Bugün en fazla patentin alındığı alanlar; Akıllı evler, Akıllı şehirler ve Akıllı ulaşım ile beraber bu alanlar. Mühendislik ise artık  tüm alanlara hizmet eder konumda. Neden derseniz, Araştırma-Geliştirme çok önemli noktada. İnovasyon alanında, patentlerde ve pek çok farklı lisanslamalarda artık bugün Mühendislik fakültelerinin önemi yüksek. Psikoloji de yükselen bir trend. Bugün artık Psikoloji, Sosyal Bilimlerin altında değil, birinci derecede Yaşam Bilimlerinin altında. Üniversitelerin özellikle Master ve Doktora seviyelerinde farklı bölümler ön planda. Mesela Symbolic Systems. Stanford Üniversitesi’ndeki en önemli bölümlerden bir tanesi. MIT de bu anlamda yapılanıyor ve tekrardan şekilleniyor. Bu anlamda üniversiteye girecek olan öğrencilerin de altyapısında büyük değişiklik var.

Artık Kodlama olmadan üniversiteye kabul neredeyse imkânsız. İngilizce bilmeden bu üniversitelerde yer almak neredeyse imkânsızlaşırken; kodlama, bu fakültelerin içinde yer alan öğrencilerin olmazsa olmazı oldu artık. Tıp fakültesi öğrencisinde de, bir Sosyal Bilim öğrencisinde de artık kodlama aranıyor! Peki biz öğrencilerimizi nasıl yerleştireceğiz? Nasıl buralarda yer alacağız? Nerede Master ve Doktora yapmalıyız? Hangi alanlarda Master ve Doktora yapmalıyız? Bugün 2018-2020-2025 yıllarında mezun olan lise öğrencilerinin daha sonrasında, 4 yıl sonrasında üniversiteden çıktıklarında bu kişilerin farz edelim ki 2030 yıllarında piyasaya girdiklerinde alanda fark yaratmaya başladıklarında en az 40 yıl değer ürettiklerini düşünürseniz, bugün bizim artık akademisyenler olarak, bu işin uzmanları olarak, 2065’leri, 2085’leri planlıyor olmamız lazım. Bunun için birlikte, stratejik ve daha kaliteli bir yapılanmaya ve kaliteli bir kariyer yönetimine ihtiyacımız var.

Konu ile ilgili daha detaylı bilgi almak için Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube videosuna göz atabilirsiniz.

Read More

Son dönemde yaşanan salgın gelişmeleri, Türkiye’deki ve Türkiye dışındaki üniversitelerin almış olduğu kararlar gerçek anlamda pek çok öğrencinin ve ailesinin endişe konusu oldu. Bu tür bir salgınla karşı karşıya kalmak aslında beklenen, ama belli bir şekilde de birazcık habersiz, biraz da çaresiz kaldığımız bir süreçle karşı karşıya kaldığımız gündemi oluşturan önemli bir ajanda olarak karşımıza çıktı. Özellikle Amerika’daki üniversiteler, Hollanda’daki üniversiteler, Kanada’daki üniversiteler ve sonrasında Türkiye’deki üniversiteler; sırası ile üniversiteler kapanmaya başladı. İlk şaşırtıcı haberi, geçen Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan sabah aldım. Stanford Üniversitesi’nin email listesinde olan bir akademisyen olarak duyduğumda ilk önce inanamadım. Derslerin iki hafta boyunca ertelendiği söyleniyordu. Bunun hemen arkasından, Stanford Üniversitesi’ni; UC Berkeley, UCLA gibi okullar da içerik açısından değerlendirerek okullarını kapatıp online eğitime geçtiler. Akabinde bu durum, özellikle de stratejik karar, yine özellikle de Amerika’nın doğu bölgesindeki okullara sirayet etti ve sırasıyla MIT, Harvard, Columbia gibi üniversiteler kapılarını kapatıp online eğitime geçtiler. En kısa zamanda da uluslararası öğrencileri evlerine gönderme kararı aldılar.

 

 

 

 

 

 

Okulların kapatılması kararı alındıktan sonra pek çok akademisyen özellikle ödevleri online kabul edeceklerini ya da yapacakları sınavları online yapacaklarını açıkladılar. Ve tüm öğrencileri, özellikle de Paskalya nedeniyle eve gidecek öğrencilerin hiçbir şekilde vatandaşlıklarına bakmadan evlerine geri dönmelerini rica ettiler, tembihlediler, hatta tavsiye ettiler. Bazı üniversiteler özellikle öğrencilerinin geri dönmesini beklemeyerek, tamamen açılışlarını yani okul açılışlarını önümüzdeki Fall dönemi olan Ağustos ya da Eylül ayına erteledi. Bugün itibarıyla aslına bakıldığında pek çok yaz okulu belli bir şekilde kritik noktada askıda kalmış konumda. Özellikle okullar öğrencilerinin birinci derecede elbette ki can sağlıkları ve özellikle de genel itibarıyla sağlık konusunda önemli tedbirler almış konumda. Bunun için en önemli konulardan bir tanesi, virüsün bulaşıcılığını azaltabilmek için dersleri online’a geçirerek belli bir şekilde bulaşması ihtimalinin azaltılması. Yine önemli konulardan bir tanesi, bir akademisyen olarak, pek çok öğrenci ile karşı karşıya kaldığım için, akademisyenler de başta olmak üzere pek çok kişinin sağlığını korumak ve özellikle toplu taşıma içinde ya da yurtlarda kalan öğrencilerin sağlığını ön planda tutarak, öğrencilerin belli bir şekilde koruma altına alınması kararıydı bu. Ve gerçekten de doğru alınmış bir karar. Neden, derseniz, öncelikli olarak bu virüsün ve buna benzer virüslerin minimize edilmesi açısından yapılabilecek en doğru proaktif davranışlardan bir tanesi elbette ki en kısa zamanda okulların boşaltılıp kendi içinde belli bir koruma altına alınması.

Peki bundan sonra ne olacak? Şu anda en önemli konulardan bir tanesi şu elbette ki: Öğrencilerin sağlığını, güvenliğini elde ettikten sonra, asıl amaçları olan üniversitelerin veya okulların eğitim nedeniyle bu eğitimini en kısa zamanda online’a çevirmeleri ve internet üzerinden de öğrencilerin aslında belli bir şekilde bu zamanlarda okuma süreçlerini, derslerini verme süreçlerini, hazırlanması gereken ödevleri ya da araştırma projelerini remote diye tanımladığımız bir sistem içinde tamamlaması. Bu, önemli bir başka konuyu daha getiriyor. Bizler akademisyenler olarak, aynı zamanda da yönetimde yer alan akademisyenler olarak önemli tedbirler almak durumundayız. Aslına bakarsanız son 5 yıldır; biz ise kendimizi son iki yıldır açıkçası remote sistemine hazırlamış konumdayız. Çünkü dünya ciddi anlamda online eğitime uzun süredir hazırlanıyor. İsteyerek ya da istemeyerek belli bir şekilde online eğitim ile beraber online sistem içinde, remote diye tanımladığımız yapı içinde aslında araştırma projeleri de belli bir şekilde devrede olacak. Bu anlamda özellikle üniversiteyi sürdürülebilir kılmak adına üniversiteler bugün çok ciddi anlamda özellikle yönetimlerini yeniden yapılandırıyorlar. Özellikle bizim, bildiğiniz üzere, çok fazla öğrenciyi uluslararası düzeyde değişik üniversitelere yerleştirdiğimiz için bu anlamda son on gündür şiddetli şekilde değişimin getirmiş olduğu yapı içinde bizler de yeni bir yapılanma ve yeni bir online iletişim sistemine geçmiş konumdayız.

Çok pratik ve tedbirli bir şekilde üniversiteler, özellikle admission ofisleri, kendi stratejilerini belirleyerek bu kararları veriyorlar ve bu kararlar sürecinde de herhangi bir şekilde bu virüsün ya da bu hastalığın, bu salgının, pandemik bir süreç içinde, özellikle de öğrencilerin kabulleri sürecinde bir etki yaratmayacak ve gölge düşürmeyecek şekilde sistemlerini oluşturmuş durumda. O yüzden bu bizim için sevindirici bir konu. Özellikle de burs almak isteyen öğrenciler için de çok kritik bir dönem olması nedeniyle hiçbir şekilde bir aksamaya yol açmadan bu sistemin devam etmesi gerekmekte.

Konu ile ilgili daha fazla bilgiye ulaşmak için YouTube videolarıma göz atabilirsiniz.

Read More

Dünyada en iyi şirketlere baktığımızda en üst seviyede bulunan şirket yöneticilerinin MBA mezunu olduğunu görüyoruz. Ernst & Young, Deloitte, McKinsey & Company ve BCG grupları özellikle MBA mezunu tercih ediyor. GAMA diye bilinen Google, Amazon, Microsoft ve Apple da üst düzey pozisyonlar için MBA mezunlarını tercih ediyor.

Bugün MBA yapmak pek çok kişinin hayali. Özellikle belli bir süre çalıştıktan sonra veya çalışma hayatının belli bir aşamasına gelmiş olan kişiler MBA yapmak istiyorlar. Peki bu MBA nedir? MBA, Master of Business Administration olarak biliniyor. Türkiye’de ise İşletme Yüksek Lisansı olarak geçiyor. İş dünyasının özellikle 1900’lü yıllardan sonra farklılaşması ile beraber, var olan işletme okulları, daha farklı bir konuma geçti. Bu süreçte özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında şirketlerin küreselleşmesi ile birlikte daha odaklanmış iş gücüne ihtiyaç duyulması sonucu MBA mezunu insanlar tercih edilmeye başlandı.

İçerik ve Kapsamı Nedir?

1881’lerde başlayan ihtiyaç, özellikle Finans, Ekonomi ve İşletme alanındaki konum, 2003’lerden sonra başka bir boyut kazandı ve startup’ların devreye girmesi ile beraber MBA programları müfredatlarını değiştirdi. Özellikle iş dünyasının ihtiyacı olan Finans, Muhasebe, İstatistik gibi ana konular farklılaşarak 21. yüzyılın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendi. Bunların arasında en farklı olanı Stanford Üniversitesi’nin bu programlar içinde Sosyal İnovasyon gibi yeni bir alanı da açmış olması bu farklılığın gerçekten en önemli göstergelerinden bir tanesi. MBA programları genellikle iki veya bir yıl sürüyor. Diğer master programlarına göre MBA, 60 kredi gibi, daha uzun süreli ve daha içerikli bir program aslında. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde örgün veya online olarak 150 binden fazla kişi MBA programına katılıyor. 

MBA İyi Bir Yatırım Mı?

Dünya İşletme Enstitüsü’nün 2018 yılında yaptığı araştırmaya göre, MBA programına katılan kişilerin mezuniyet sonrasında maaşlarında %90 oranında artış olmuş. Bloomberg’in 2018 yılında yapmış olduğu araştırma ise çok daha ilginç. London Business School’dan mezun olan kişilerin maaşları ise en az %132 artmakta. Genel olarak, MBA mezunlarının diğer Master mezunlarından daha fazla gelir elde ettiği çok açık. Peki MBA programları ortama ne kadara mâl oluyor? Genel olarak Avrupa’da daha ucuz iken Amerika’da daha pahalı. Avrupa’da yaklaşık 100 bin Euro olurken Amerika’da bu tutar 160 bin ila 220 bin Dolar arasında değişiyor. MBA programlarının maliyetleri dışında aynı zamanda bireyin bir ya da iki yıl boyunca şirkete gitmemesinden dolayı ekstra bir gelir kaybı da oluyor. Her ne kadar belli bir maliyete ve belli bir zaman kaybına neden olsa da, MBA yapmanın çok ciddi şekilde avantajları var. MBA yapanların, özellikle şirketlerin üst düzeyinde yer aldığını görüyoruz. Son araştırmalara göre bu oran özellikle büyük şirketlerde %50’nin üstünde. Daha da önemlisi, MBA yapanların bu son yıllarda startuplarda kendi işlerini kurduklarına da şahit oluyoruz.

MBA Programı Tercihi

MBA programlarının en önemli aşaması, doğru MBA programının tercih edilmesi. Doğru MBA programını tercih ederken ilk dikkat edilmesi gereken konu elbette ki MBA programlarının akriditasyonu ve sıralaması. Dünyanın 70 ülkesinde MBA programları yapılmakta. Bu 70 ülkede de MBA programlarının belli bir akriditasyonu var. Bu akriditasyonda en önemli konular, içerik ile MBA programlarının yaratmış olduğu değer ve etki.

Londra’da yer alan AACSB (The Association to Advance Collegiate Schools of Business), 80 ülkede yer alan 800 MBA programını değerlendirmekte, bu değerlendirmeye göre de belli bir sıralama gerçekleştirmekte. Bu sıralamaya göre sadece %33 oranındaki MBA programı belli bir akriditasyon almış durumda.

Akriditasyon sonrasında en çok dikkat edilmesi gereken ikinci husus ise sıralamalar. QS’in 2019 MBA sıralaması şu şekilde:

Birinci üniversite: Stanford Graduate School of Business.

İkincisi: Harvard Business School.

Üçüncüsü: Penn Wharton.

Dördüncüsü: London Business School.

Beşincisi: MIT.

Altıncısı: INSEAD.

Yedincisi: HEC Paris.

Sekizincisi: Chicago Booth.

Dokuzuncusu: IE Business School.

Onuncusu ise: Columbia Business School.

Nasıl Kabul Alınır?

MBA programları tarafından kabul almak istiyorsanız ne yapmalısınız? Özellikle GMAT sınavına girmelisiniz ve iyi bir puan almalısınız. GMAT dışında, çalıştığınız yerden referans almalısınız. Özellikle iki veya üç tane düzgün referans sizin MBA konusunda kapınızı çok ciddi şekilde açar. Ola ki çalıştığınız iş yerinde gitmek istediğiniz MBA programının mezunları varsa, onlardan alacağınız referans mektupları da çok kıymetli. GMAT ve referanslar dışında bir diğer kıymetli alan ise sizin okullara yazacağınız essay’ler ya da niyet mektuplarınız. Bu niyet mektuplarınızın içeriği ve hazırlayacağınız özgeçmiş, gerçekten sizin o okula kabul almanızda büyük faktör.

Başvuru ve Burs

MBA programlarına ne zaman hazırlanmaya başlanmalı? MBA programları genel olarak üç ayrı zamanda kabul almakta. Bunların ilki Ağustos-Eylül, ikincisi Aralık-Ocak, üçüncüsü ise Şubat-Mart aylarında. Mümkünse o senenin Ocak ayında başlayıp, Şubat-Mart ayında tüm sınavlara girip yaz aylarında yazıları yazıp ve referansları alıp başvurulara başlamak lazım. Peki MBA programlarında burs imkânı var mı? Bazen bu üniversitelerin bizzat kendileri burs vermekte. Zaman zaman %100, zaman zaman ise % 75 veya %50 burs imkânı öğrencilere sunuluyor. Bunun dışında bir diğer burs imkânı ise MBA adaylarının, çalıştıkları firmalar tarafından desteklenmesi. Bu destekler bazen %100, bazen %50 yapılmakta. Ama sonrasında mutlaka bir çalışma şartı konulmakta. Burs başvuruları özellikle MBA başvuruları sırasında yapıldığı gibi, aynı zamanda o üniversiteden kabul aldıktan sonra da gerçekleştiriliyor.

MBA mezunlarının söylemine göre MBA programları ile sağlanan en büyük kazanç bireyin kendisine yaptığı yatırım ve tabii ki elde ettiği network. Bu yüzden kendine yatırım yapmak ve özellikle de network yatırımı yapmak isteyen bireylerin MBA yapmayı tercih etmelerini tavsiye ediyorum. Bütün bunların yanında aslında belli bir süre kendi yaşamınıza ara verseniz de gerçek trendleri ve gerçekte nelerin oluştuğunu izleme, inceleme, analiz etme ve daha da önemlisi geleceği okuma fırsatı yakalıyorsunuz.

 

Read More

Startupların en önemli sorunlarından bir tanesi, alanlarında uzman olup finansal yetkinliklerinin o kadar da gelişmemiş olmaları. İşletmeleri büyüten, geliştiren sadece maddî anlamda destek olmayıp aynı zamanda fikir ve strateji anlamında sistem oluşturmada ve en önemlisi network kurmada yardımcı olan “melek yatırımcılar” kimler acaba?

Melek yatırımcılar startupların ya da küçük şirketlerin erken döneminde devreye giren ve bu şirketlerin çok daha iyi konuma gelmesine yardımcı olan kişilerdir. Melek yatırımcılar genelde bireysel olarak hareket edebildikleri gibi, gruplar halinde de hareket ediyorlar. Bugün Silikon Vadisi’ne baktığınızda melek yatırımcıların bir arada bulunduğu kahveleri, restoranları görebilirsiniz. Hatta bunların çok yoğunluklu olarak oluşturulmuş network’leri de var.  Aynı benzer networkler Türkiye’de de, Avrupa’da da, İngiltere’de de ya da Uzak Doğu’da da yer almakta. Melek yatırımcılıkta birlikte hareket, gerçekten tavsiye edilen konulardan bir tanesi. Birlikte hareket ettiğinizde, sadece parayı bir araya getirip daha büyük bir maddî güç elde etmiyorsunuz, aynı zamanda network’ünüzü, bilgi ve tecrübenizi bir araya getirerek daha etkin olabiliyorsunuz. Bu anlamda sadece bir bölgeye sahip olacak bir networkünüzün de olmaması lazım. Tavsiyem, bu network’ü global anlamda olabildiğince taşıyabilmeniz. Örneğin benim de dahil olduğum KEIRETSU’da bu imkânlara ulaşmak çok mümkün. Farklı alanlarda, farklı bölgelerden gelen startupların doğru şekilde değerlendirilmesi, özellikle teknoloji değerlendirmesinin yapılarak, doğru yatırımın yapılması konusunda birlikte hareket etmenin faydasını görüyorsunuz. Melek yatırımcılığın bir diğer tarafı ise gerçekten verdiği paranın startup’lar için cansuyu oluşturması. Bugün pek çok startup, gidip bankalardan kredi alma imkânını yakalayamıyor. Kredi anlamında zorlanan bu şirketlerin arkasında bir gücün olması gerekiyor. İşte bu nedenden dolayı inovasyon ve teknoloji ekosistemlerinin en önemli besleyici ana merkezleri, “melek ağları”nın oluşturduğu merkezler. Bu merkezlerin asıl amaçları ne? Gerçekte şirketin oluşturmuş olduğu o biricik inovasyon ve teknolojiyi değerlemek ve o değerlemenin sonrasında o sisteme girmede kolaylık sağlayarak bir nevi liderlik ve önderlik yapmak. Melek yatırımcının sadece isminin olması bile birçok anlamda o startup ile ilgili olarak düşüncenin pozitif anlamda değişmesine neden oluyor. Bankaların o startuplara bakış tarzı değişebiliyor veya organik büyüme sırasında o şirketlerin vermiş olduğu hizmet, ürün ya da süreçlerden yararlanma imkânları çok daha etkin olabiliyor. Melek yatırımcılık sadece getirmiş olduğu para ile değil, aynı zamanda pazarlama alanında ya da finansal alanda göstermiş olduğu etkinlik ve yetkinlik ile de startuplara cansuyu oluşturmuş oluyor. Riski seven ve avantajı gerçek anlamda sadece bireysel değil, toplumsal anlamda da değere dönüştürmek isteyen kişiler melek yatırımcılar. Buna ek olarak aynı zamanda melek yatırımcının en önemli avantajlarından bir tanesi, yatırım alanında çok sayıda ve enteresan sektörlerden gelen network’e de sahip olması. Bu kadar faydanın yanında asıl en önemli faydalardan bir tanesi ise startuplar için aslında bu işte hâmilik yapıyor olmaları. Bunun arkasındaki en önemli sebeplerden bir tanesi elbette ki gerçekten o kişilerin tecrübelerinden ve yetkinliklerinden faydalanabilmek.

Melek yatırımcılığın aslında devletin desteğine de ihtiyacı olması önemli bir konu. Günümüzde “üçlü sarmal” diye geçen, hatta “dördüncü sarmal” olarak bilinen devletin müdahalesi, gerçekten çok kıymetli. İşte reformlarıyla, vergi reformlarıyla aslında bu alana önayak olması da çok anlamlı. Ülkemizde 15 Şubat 2013 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanan Bireysel Katılım Sermayesi Yönetmeliği, bizim için gerçekten bu alandaki bir değişimin başlangıcı. Devletin kanunlar çerçevesinde belirlediği ve belli şekilde sınırladığı bu lisans aslında 5 yıl geçerli ve 20 tane startup’ın desteklenmesine yardımcı oluyor. Melek yatırımcı için vergi desteği 1 milyon Türk Lirası’na kadar çıkıyor. Böylece melek yatırımcı, yapmış olduğu yatırımın % 75’ini vergiden düşebiliyor.

Daha fazla bilgi almak için YouTube videoma göz atabilirsiniz.

Read More

Buhar gücünün devreye girdiği dönemdeki değişim ne kadar farklı ise, bugün “Endüstri 4.0” veya değişim için dijitalleşme de aynı şekilde gündem konusu olarak karşımıza çıktı. Henry Ford’un ilk otomobil fabrikasında üretim bandını kullanıyor olması gerçekten bir ilk farklılıktı ve ilk gelişimdi. Ford’un otomobil dünyasına getirmiş olduğu bant sistemi özellikle Japon arabalarının devreye girmesi ve üretimindeki değişimiyle bir başka boyut kazandı. Toyota’nın özellikle … inovasyon kavramı, bugün üretimimizi tamamen değiştirdi. …inovasyon bize, otomasyonun da getirmiş olduğu farklılıkla beraber kolaylıkla heryerde her koşulda o üretimin takip edilmesine imkân verdi. Artık üretimi daha verimli, daha üretken ve daha farklı şekilde sağlarken, aynı zamanda özellikle müşterinin ihtiyacına yönelik olarak da yeni modellerin, yeni tasarımların oluşturulması sağlandı.

 

 

 

 

 

 

 

Deloitte’un 2013 küresel üretim rekabet gücü endeksi raporuna göre geçtiğimiz 60 yılın endüstriyel güçleri, üretim rekabetindeki üstünlüklerini büyük bir hızla Çin, Hindistan ve Brezilya’nın öncülük ettiği yükselen ekonomilere kaptırmış durumda. Yani Batı, yüzyıllardır elinde bulundurduğu gücü kaybetme noktasında. Bununla mücadele etmek için üç ana unsurda gelişmeye ihtiyacı var. Birincisi: Hız. Pazara giriş süresini kısaltmak istiyor. İkincisi: Esneklik. Aynı üretim hatlarının daha esnek, farklı, kişiselleştirilmiş ürünleri kullanmak ve üretimini yapmayı kolaylaştırmak istiyor. Üçüncüsü: Verimlilik. Daha az kas gücü ve girdi ile daha yüksek kârlılık elde etmek istiyor.

2011 yılında Hannover Fuarı’nda özellikle Almanya, “Endüstri 4.0” kavramını dile getirdi. Bu dile getirişin en önemli sebeplerinden bir tanesi, özellikle Almanya’nın otomotiv sektöründeki liderliğini koruması. Japonya, bu arada, toplumda bu değişimi 5.0 olarak nitelendiriyor. İngiltere, özellikle birinci endüstri devrimini üstlenmiş ve merkez olarak da bu değişimi 4. değişim ya da 4. endüstri değişimi olarak tanımlıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde özellikle Almanlar’a karşı bir tavır olduğu için Endüstri 4.0 kavramını kullanmaktan çekiniyorlar ve bu değişimi “dijital değişim” olarak adlandırıyorlar.

Endüstri 4.0’ın gelişmesi için hangi teknolojiler kullanılacak? Peki bir de onlara bakalım.

Birincisi, siber fiziksel sistemler. “Syber physicals” diye geçiyor. Siber dünyada bilgi alışverişini yönetebilen ve veri takip edip işleme yeteneği ile donatılmış fiziki sensörlerin kullanımı ile imalat ortamlarını tanımlayan ve takip eden sistemler. İkincisi, dikey ve yatay entegrasyon. Yani, gerçek zamanlı bilginin tüm sistemlerden alınabilmesi ve yorumlanması. Üretim süreçlerinde ve normalde parça parça bulunan çözümlerin birbiri ile irtibatta ve izlenebilir olması. Üçüncüsü, otonom robotlar. Çok sayıda robotların imalat sistemlerinde Endüstri 3.0’dan farklı olarak statik bir şekilde değil, dinamik bir şekilde; sürekli, her an iş yapan robotlar haline gelmesi. Dördüncüsü, arttırılmış gerçeklik. Sanal dünya ile gerçek dünya iç içe giriyor ve özel gözlükler sayesinde sanal olarak modellenen her türlü sistem, gerçek sistemler üzerinde işlem yapabilme olanağı veriyor. Çok meşhur olan “nesnelerin interneti”. IOT (Internet of Things) diye biliyoruz. Adından da anlaşılacağı üzere her nesnenin internete bağlanır bir şekilde, birbiri ile iletişim halinde olması demek. Bu taşınan ve işlenen anlamlı bilgi, özellikle altıncı gündemi oluşturuyor. Bunun adı büyük veri ve analizi. Kısacası, toplanan bilgi kümeleniyor ve daha anlamlı bir şekle getirilerek aralarındaki ilişkiler tanımlanıyor ve daha derinlemesine bilgi ediniliyor. Yedinci en önemli alan ise, Bulut Teknolojisi. Veri depolama ve işleme ile ilgili aklınıza gelebilecek her türlü bilginin ânında belli bir şekilde korunmasına ve kullanılmasına olanak veriyor. Eklemeli üretim. Üretimde üç boyutlu yazıcıların kullanılması. Bugün özellikle yedek parçanın alındığı veya yedeklenebilecek ürünlerin artık sıfır stok ile takibi mümkün. En önemli dokuzuncu adım ise, Akıllı Şebekeler, ya da şebeke güvenliği. “Cyber Security” olarak tanımlanıyor. Bu kadar fazla verinin bulunduğu, bu kadar da fazla sensörün iletişim kurduğu bir sistemde sorunsuz bir işlem yapabilmek neredeyse imkânsız. Bu nedenden dolayı daha zeki, daha güvenilir bir şebeke sistemine ihtiyaç var. Endüstri 4.0’ın en son adımlarından bir tanesi: önleyici bakım uygulamaları ve kalite. Makinelerin birbirleriyle iletişim halinde insan kas gücünden uzak çalışmalarından dolayı doğabilecek olası sorunları önceden tespit edebilmek için öngörülen, tedbir alınması gereken ve endüstri yaşamını daha iyi hale getirmek için var olmayı sağlayan bir sistem bu.

4.Sanayi Devrimi” diye tanımladığımız 2008 sonrasındaki bu gelişim yapay zekâ ile farklı bir boyut kazandı. Yapay zekâdaki yetkinlik önümüzdeki dönemde ülkelerin zenginliklerini ve hatta pozisyonlarını bile etkileyecek. Dijital dönüşüm ya da Endüstri 4.0 deyin, ne derseniz deyin. Ama sonuçta büyük bir değişim kapımızda. Dijitalleşme ya da Endüstri 4.0’ı yakalamamanın maliyeti çok yüksek olacak.

Konu ile ilgili daha fazla bilgi alabilmek için YouTube videoma göz atabilirsiniz.

Read More

Bir çocuğa matematik ve fiziği teorik olarak öğretirken sıkıntı yaşayabiliyorsunuz. Ama ne zaman ki bir genç gerçekten bir şeyi yapmak isterse, o zaman matematik ve fiziği doğal olarak öğrenme ihtiyacı hissediyor. 21. yüzyıl tamamen uygulamaların, tecrübelerin ve farklı şekilde yorumların dünyası ve zamanı! 

Teknoloji, inovasyon ve dijitalleşme, artık eğitimden de farklı becerilere sahip olan insan gücünü bekliyor. Bu nedenden dolayı genel anlamda sayısal ve fen alanına olan ilgide büyük bir artış var. STEM eğitimi ilk defa 1950’lerde konuşulmaya başladı. Ama asıl yerini özellikle 2000’li yıllardan sonra tam anlamıyla buldu. Bilimin, teknolojinin ve özellikle de matematiğin bir arada olduğu bu eğitimler vasıtasıyla iş dünyası ve ülkelerin kalkınması beklenmekte. STEM eğitiminin bu kadar çok ön plana çıkmasının iki temel nedeni var. Bunun birinci amacı tabii ki STEM alanında okuyacak ya da çalışacak insan sayısını artırmak. Birinci amaç aslında biraz daha nicel amaçlı. Ama ikinci amaç çok daha önemli. Aslında bireylerin bu anlamda STEM alanında çalışmaları devam ettikçe, üretebilecekleri inovasyon ve teknoloji odaklı ürün ve hizmet sayılarını artırmak. Daha da önemlisi, topluma, insanlığa yaratıcı çözümler bulabilmek. O yüzden aslında STEM’in ikinci amacı, bizim bugün dünyada görmek istediğimiz farklılığı ve yeniliği sağlayacak bir araç olması olarak görülüyor.

21.yüzyılın becerilerinin arandığı STEM eğitiminde aslında öğretmenlerin de farklı bir konumu var. Öğretmen daha fazla bilgiyi aktaran değil, bilgiyi kolaylaştıran, bilgiyi nereden ne şekilde alacağını bilip aynı zamanda öğrencinin uygulama alanına yoğunlaşmasını sağlayan kişi olarak karşımıza çıkıyor. Buradaki asıl amaç bireylerin tüketici olmaktan daha fazla üretici konuma geçebilmeleri ve bulundukları çevreye, topluma ve insanlığa hizmet etmelerini sağlamak. STEM eğitiminde “ters mühendislik” yapılarak bulunulan toplumdaki ihtiyaçlar gözden geçiriliyor ve STEM alanında öğrenilen bilgi ile bu sorunlara çözüm bulunuyor. Daha da önemlisi, sadece bir bilim alanında ihtisaslaşılmıyor, tüm bu dört bilim alanının yanı sıra “art” diye geçen tasarımsal taraf da ele alınarak bir bütün içinde multidisipliner bir yaklaşım sunuluyor. Multidisipliner çalışmanın yanı sıra, yeni ismiyle “transdisipliner” çalışma ile yeni ürünlerin, yeni hizmetlerin, yeni süreçlerin ortaya çıktığını da gözlemliyoruz.

Aslında pek çok insanın STEM alanına karşı kabiliyeti var. Ancak, bu kabiliyetleri ortaya çıkarabilmeleri için gerçekten onlara doğru bir ekosistem sunmak gerekiyor. O yüzden aslında STEM bir tercih; bir sonuç değil. STEM eğitiminde iki temel düşünme tarzı var. Bunlardan ilki tabii ki eleştirisel düşünme tarzı. Yani kısacası size sunulanı değil, aynı zamanda madalyonun öbür yüzünü görmeniz gerekiyor. İkinci düşünce tarzı ise yaratıcı düşünme. Yaratıcı düşünme için “out of box” tarzı düşünme diyoruz. Yani farklı bir şekilde düşünme tarzını getirebilen ve farklı sorunlara daha farklı bir yaklaşımla, olayı daha kısa zamanda daha ucuza çözme becerisi olarak tanımlıyoruz. Mesela bir görme engelli için sanatsal anlamda bir 3D’den çıkma bir müze oluşturulabiliyor. Veya bir diyabet hastasına geliştirilecek bir aplikasyon onun ilaç takibini ya da kan şekeri takibini yapabiliyor.

Aslına bakarsanız dünyada STEM eğitiminde ne oluyor ise; Millî Eğitim Bakanlığı, Tübitak (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu) ve hatta üniversiteler bu konuda büyük çaba gösteriyorlar. Elbette hem dünyada hem de Türkiye’de yapacak çok işimiz var. STEM eğitimi için öncelikli olarak ilk temek konu, öğretmen eğitimi. Öğretmen eğitiminde en önemli yaklaşım ise öğrencinin pedagojik olarak bu konuda desteklenmesini sağlamak. Dünyada yapılan araştırmalarda, Türkiye’de benim yapmış olduğum araştırmalarda, gördüğüm en önemli konulardan bir tanesi STEM alanına yetkinlik değil bir ilgi sorunu olduğu ortaya çıkıyor. Bu anlamda okullar aslında bizim için değişim alanları ve değişim merkezleri.

Bugün K12 olarak bilinen sürecin üstüne bir de dört yıllık eğitim var. Master, doktora, yuvayı aldığınızda 24 yıl okullarda geçiyor. Bu okul sürecinde, bu öğrencilik sürecinde artık paradigmaları değiştirmek gerekiyor. Yenilikçiliğin ve teknolojinin bugün vazgeçilmezi olan STEM eğitimi için gerekli her türlü altyapının kurulması gerekiyor.

Read More

Daha iyi bir yaşam için gelecek kuşakların, özellikle gençlerin ve çocukların temel ihtiyaçlarının karşılandığı iyi bir sisteme ve stratejiye ihtiyaç var. Her bireyin huzur, barış, refah içinde yaşaması için adaletli imkânlara ulaşması gerekiyor. Sürdürülebilirliğin çevresel boyutunda çevreye verilen tahribatın azaltılabilmesi için doğal kaynakların daha etkili kullanılması ve adaptasyonun çok daha iyi olması bekleniyor. Özellikle 2015 yılında sürdürülebilirlik kalkınma hedefleri hazırlandı ve pek çok şehirde kullanılmak üzere devreye alındı. Londra, New York gibi büyük metropollerde sürdürülebilirlik kavramı gerçek anlamda “akıllı” şehirlerin devreye alınmasında kritik rol oynamakta. Yapılan çalışmaların sonucunda, 17 tane temel hedef var.

 

 

 

 

Hedef 1: Her türlü yoksulluğu, nerede olursa olsun sona erdirmek.

Hedef 2: Açlığı bitirmek, gıda güvenliğini sağlamak, beslenme imkânlarını geliştirmek ve sürdürülebilir tarımı sağlayabilmek. Bu konu ile birlikte özellikle şehir içinde çatılarda dikey tarım ön plana çıkıyor.

Hedef 3: İnsanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesini ve herkesin her yaşta refahını sağlamak.

Hedef 4: Herkesi kapsayan, herkese eşit derecede kaliteli eğitim sağlamak ve herkese yaşam boyu eğitim imkânı tanımak.

Hedef 5: Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak, kadınları ve kız çocuklarını toplumsal konularda güçlendirmek.

Hedef 6: Herkes için sağlıklı suya kavuşum, ve bu suyun sürdürülebilir yönetimini garanti altına almak.

Hedef 7: Herkes için erişilebilir, güvenilir, sürdürülebilir ve temiz enerji sağlamak.

Hedef 8: Sürdürülebilir ve kapsayıcı ekonomik kalkınmayı sağlamak, istihdam ile insan onuruna yakışır işler sağlamak.

Hedef 9: Dayanıklı altyapı inşa etmek, sürdürülebilir ve kapsayıcı sanayi ile yeni buluşları teşvik etmek.

Hedef 10: Ülkelerin içinde ve aralarındaki eşitsizliği azaltmak.

Hedef 11: Kentleri ve insan yerleşim yerlerini, herkesi kucaklayan, güvenli, güçlü ve sürdürülebilir kılmak.

Hedef 12: Sürdürülebilir üretimi ve tüketimi sağlamak.

Hedef 13: İklim değişikliği ve etkileri ile mücadele için acil olarak adım atmak.

Hedef 14: Okyanusları, denizleri ve deniz kaynaklarını sürdürülebilir kalkınma için korumak ve sürdürülebilir şekilde kullanmak.

Hedef 15: Karasal ekosistemleri korumak, restore etmek ve sürdürülebilir kullanımını sağlamak. Özellikle ormanların sürdürülebilir kullanımını sağlayarak çölleşme ile mücadele etmek, biyoçeşitlilik kaybını önlemek.

Hedef 16: Herkesin adalete erişimini sağlamak; her seviyede, hesap verilebilir, kucaklayan ve şeffaf kurumlar ve sistemler inşa etmek.

Hedef 17: Sürdürülebilir kalkınma için, global anlamda iş birliklerini artırmak ve bu ortaklıkların getirmiş olduğu farklılıkları ve avantajları kullanmak.

Pek çok kişinin; %85’lerin üzerinde, şehirlerde yaşıyor olması ve şehirlerin bu anlamda sürdürülebilir kılınması çok önemli. Hepimizin, özellikle uzmanların sorumlulukları var. Çocuklarımız için, genç nesil için ve gelecek için bu anlamda her attığımız adımın çok daha stratejik, sistemli ve özellikle de anlamlı olmasına dikkat etmek lazım.

Read More