Author admin

Bir çocuğa matematik ve fiziği teorik olarak öğretirken sıkıntı yaşayabiliyorsunuz. Ama ne zaman ki bir genç gerçekten bir şeyi yapmak isterse, o zaman matematik ve fiziği doğal olarak öğrenme ihtiyacı hissediyor. 21. yüzyıl tamamen uygulamaların, tecrübelerin ve farklı şekilde yorumların dünyası ve zamanı! 

Teknoloji, inovasyon ve dijitalleşme, artık eğitimden de farklı becerilere sahip olan insan gücünü bekliyor. Bu nedenden dolayı genel anlamda sayısal ve fen alanına olan ilgide büyük bir artış var. STEM eğitimi ilk defa 1950’lerde konuşulmaya başladı. Ama asıl yerini özellikle 2000’li yıllardan sonra tam anlamıyla buldu. Bilimin, teknolojinin ve özellikle de matematiğin bir arada olduğu bu eğitimler vasıtasıyla iş dünyası ve ülkelerin kalkınması beklenmekte. STEM eğitiminin bu kadar çok ön plana çıkmasının iki temel nedeni var. Bunun birinci amacı tabii ki STEM alanında okuyacak ya da çalışacak insan sayısını artırmak. Birinci amaç aslında biraz daha nicel amaçlı. Ama ikinci amaç çok daha önemli. Aslında bireylerin bu anlamda STEM alanında çalışmaları devam ettikçe, üretebilecekleri inovasyon ve teknoloji odaklı ürün ve hizmet sayılarını artırmak. Daha da önemlisi, topluma, insanlığa yaratıcı çözümler bulabilmek. O yüzden aslında STEM’in ikinci amacı, bizim bugün dünyada görmek istediğimiz farklılığı ve yeniliği sağlayacak bir araç olması olarak görülüyor.

21.yüzyılın becerilerinin arandığı STEM eğitiminde aslında öğretmenlerin de farklı bir konumu var. Öğretmen daha fazla bilgiyi aktaran değil, bilgiyi kolaylaştıran, bilgiyi nereden ne şekilde alacağını bilip aynı zamanda öğrencinin uygulama alanına yoğunlaşmasını sağlayan kişi olarak karşımıza çıkıyor. Buradaki asıl amaç bireylerin tüketici olmaktan daha fazla üretici konuma geçebilmeleri ve bulundukları çevreye, topluma ve insanlığa hizmet etmelerini sağlamak. STEM eğitiminde “ters mühendislik” yapılarak bulunulan toplumdaki ihtiyaçlar gözden geçiriliyor ve STEM alanında öğrenilen bilgi ile bu sorunlara çözüm bulunuyor. Daha da önemlisi, sadece bir bilim alanında ihtisaslaşılmıyor, tüm bu dört bilim alanının yanı sıra “art” diye geçen tasarımsal taraf da ele alınarak bir bütün içinde multidisipliner bir yaklaşım sunuluyor. Multidisipliner çalışmanın yanı sıra, yeni ismiyle “transdisipliner” çalışma ile yeni ürünlerin, yeni hizmetlerin, yeni süreçlerin ortaya çıktığını da gözlemliyoruz.

Aslında pek çok insanın STEM alanına karşı kabiliyeti var. Ancak, bu kabiliyetleri ortaya çıkarabilmeleri için gerçekten onlara doğru bir ekosistem sunmak gerekiyor. O yüzden aslında STEM bir tercih; bir sonuç değil. STEM eğitiminde iki temel düşünme tarzı var. Bunlardan ilki tabii ki eleştirisel düşünme tarzı. Yani kısacası size sunulanı değil, aynı zamanda madalyonun öbür yüzünü görmeniz gerekiyor. İkinci düşünce tarzı ise yaratıcı düşünme. Yaratıcı düşünme için “out of box” tarzı düşünme diyoruz. Yani farklı bir şekilde düşünme tarzını getirebilen ve farklı sorunlara daha farklı bir yaklaşımla, olayı daha kısa zamanda daha ucuza çözme becerisi olarak tanımlıyoruz. Mesela bir görme engelli için sanatsal anlamda bir 3D’den çıkma bir müze oluşturulabiliyor. Veya bir diyabet hastasına geliştirilecek bir aplikasyon onun ilaç takibini ya da kan şekeri takibini yapabiliyor.

Aslına bakarsanız dünyada STEM eğitiminde ne oluyor ise; Millî Eğitim Bakanlığı, Tübitak (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu) ve hatta üniversiteler bu konuda büyük çaba gösteriyorlar. Elbette hem dünyada hem de Türkiye’de yapacak çok işimiz var. STEM eğitimi için öncelikli olarak ilk temek konu, öğretmen eğitimi. Öğretmen eğitiminde en önemli yaklaşım ise öğrencinin pedagojik olarak bu konuda desteklenmesini sağlamak. Dünyada yapılan araştırmalarda, Türkiye’de benim yapmış olduğum araştırmalarda, gördüğüm en önemli konulardan bir tanesi STEM alanına yetkinlik değil bir ilgi sorunu olduğu ortaya çıkıyor. Bu anlamda okullar aslında bizim için değişim alanları ve değişim merkezleri.

Bugün K12 olarak bilinen sürecin üstüne bir de dört yıllık eğitim var. Master, doktora, yuvayı aldığınızda 24 yıl okullarda geçiyor. Bu okul sürecinde, bu öğrencilik sürecinde artık paradigmaları değiştirmek gerekiyor. Yenilikçiliğin ve teknolojinin bugün vazgeçilmezi olan STEM eğitimi için gerekli her türlü altyapının kurulması gerekiyor.

Read More

Daha iyi bir yaşam için gelecek kuşakların, özellikle gençlerin ve çocukların temel ihtiyaçlarının karşılandığı iyi bir sisteme ve stratejiye ihtiyaç var. Her bireyin huzur, barış, refah içinde yaşaması için adaletli imkânlara ulaşması gerekiyor. Sürdürülebilirliğin çevresel boyutunda çevreye verilen tahribatın azaltılabilmesi için doğal kaynakların daha etkili kullanılması ve adaptasyonun çok daha iyi olması bekleniyor. Özellikle 2015 yılında sürdürülebilirlik kalkınma hedefleri hazırlandı ve pek çok şehirde kullanılmak üzere devreye alındı. Londra, New York gibi büyük metropollerde sürdürülebilirlik kavramı gerçek anlamda “akıllı” şehirlerin devreye alınmasında kritik rol oynamakta. Yapılan çalışmaların sonucunda, 17 tane temel hedef var.

 

 

 

 

Hedef 1: Her türlü yoksulluğu, nerede olursa olsun sona erdirmek.

Hedef 2: Açlığı bitirmek, gıda güvenliğini sağlamak, beslenme imkânlarını geliştirmek ve sürdürülebilir tarımı sağlayabilmek. Bu konu ile birlikte özellikle şehir içinde çatılarda dikey tarım ön plana çıkıyor.

Hedef 3: İnsanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesini ve herkesin her yaşta refahını sağlamak.

Hedef 4: Herkesi kapsayan, herkese eşit derecede kaliteli eğitim sağlamak ve herkese yaşam boyu eğitim imkânı tanımak.

Hedef 5: Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak, kadınları ve kız çocuklarını toplumsal konularda güçlendirmek.

Hedef 6: Herkes için sağlıklı suya kavuşum, ve bu suyun sürdürülebilir yönetimini garanti altına almak.

Hedef 7: Herkes için erişilebilir, güvenilir, sürdürülebilir ve temiz enerji sağlamak.

Hedef 8: Sürdürülebilir ve kapsayıcı ekonomik kalkınmayı sağlamak, istihdam ile insan onuruna yakışır işler sağlamak.

Hedef 9: Dayanıklı altyapı inşa etmek, sürdürülebilir ve kapsayıcı sanayi ile yeni buluşları teşvik etmek.

Hedef 10: Ülkelerin içinde ve aralarındaki eşitsizliği azaltmak.

Hedef 11: Kentleri ve insan yerleşim yerlerini, herkesi kucaklayan, güvenli, güçlü ve sürdürülebilir kılmak.

Hedef 12: Sürdürülebilir üretimi ve tüketimi sağlamak.

Hedef 13: İklim değişikliği ve etkileri ile mücadele için acil olarak adım atmak.

Hedef 14: Okyanusları, denizleri ve deniz kaynaklarını sürdürülebilir kalkınma için korumak ve sürdürülebilir şekilde kullanmak.

Hedef 15: Karasal ekosistemleri korumak, restore etmek ve sürdürülebilir kullanımını sağlamak. Özellikle ormanların sürdürülebilir kullanımını sağlayarak çölleşme ile mücadele etmek, biyoçeşitlilik kaybını önlemek.

Hedef 16: Herkesin adalete erişimini sağlamak; her seviyede, hesap verilebilir, kucaklayan ve şeffaf kurumlar ve sistemler inşa etmek.

Hedef 17: Sürdürülebilir kalkınma için, global anlamda iş birliklerini artırmak ve bu ortaklıkların getirmiş olduğu farklılıkları ve avantajları kullanmak.

Pek çok kişinin; %85’lerin üzerinde, şehirlerde yaşıyor olması ve şehirlerin bu anlamda sürdürülebilir kılınması çok önemli. Hepimizin, özellikle uzmanların sorumlulukları var. Çocuklarımız için, genç nesil için ve gelecek için bu anlamda her attığımız adımın çok daha stratejik, sistemli ve özellikle de anlamlı olmasına dikkat etmek lazım.

Read More

Sosyo-ekonomik, kültürel, politik ve teknolojik anlamda, çağlar arasında, kuşaklar arasında büyük farklılıklar gözlemliyoruz. Bu X, Y, Z kuşaklarını nasıl tanımlıyoruz? Nedir bu kuşak meselesi?

Her nesil, bir sonraki genç nesli sorumsuz, sabırsız ve yozlaşmış olarak suçluyor. Genç nesil ise bir önceki nesli geri kafalı ya da sabit fikirli olarak nitelendiriyor. Bu çatışma nesiller arasında hiç değişmiyor. Gençler kendinden daha yaşlı olanlara göre hayatı, yaşamı, daha farklı algılarlar. Her neslin döneminde yaşanmış olan tarihî olaylar, büyük olaylar o neslin karakterini oluşturur. Savaşlar, barışlar, özellikle büyük doğa olayları, hatta o dönemin yaşanmış kültürel olayları o neslin karakterine biçim verir, şekil verir ve anlamlandırır. Her yenilik o dönem yaşayan neslin değerlerini de oluşturur. Eski yüzyıllara nazaran bu yüzyılda; 20. ve  21. yüzyılda kuşaklar arasındaki aralıklar gittikçe azalıyor. Özellikle teknolojinin gelişimi ile, bilişim teknolojilerinin farklılaşmasıyla, sosyal medya gibi bir yeni akımın ortaya çıkmasıyla birlikte yeni sanal dünyaların oluşumu nesiller arasındaki farklılığı daha da derinleştirdi. Peki bugün sosyo-politik, teknolojik, kültürel anlamda X, Y, Z kuşaklarını nasıl tanımlıyoruz?

X, Y, Z kuşaklarına geçmeden önce, önemli iki büyük kuşak var, onlardan da bahsetmek gerekli. İlki ve en eskisi: Sessiz Kuşak. 75 yaş üstü olarak tanımlanıyor ve aslında hem geleneğin hem de geçmişin temsilcileri bu grup. Sessiz nesil, kıtlık ve savaş gördüğü için her zaman sorumlu, sadık ve düşüncelidir. Çalışmak için yaşar. Kurumların ve bulundukları ülkelerin kendi getirmiş olduğu değerleri yüceltmek ve yükseltmek için var olurlar ve hatta hayatlarını bu konuda heba bile edebilirler. Çalışkan, tutumlu, bilinçli olan bu neslin “sessiz” olmasının en önemli nedenlerinden bir tanesi ise her zaman görev insanı olmaları. Bu neslin hemen arkasından “Baby Boom” diye geçen ve özellikle bebek ölümlerinin azalıp doğum oranlarının arttığı bu dönem, aslında farklı bir heyecanı ve enerjiyi de beraberinde getirdi. Teknolojik anlamda ilk değişiklikleri gören ve anlamlandıran nesil, Baby Boom nesli.

Gelelim X, Y ve en önemlisi Z kuşağına. En başta söylemeliyim ki X, Y, Z kuşaklarının tanımları farklı kaynaklarda farklı yorumlanıyor. Tarihler farklılaşsa da bizim üzerinde asıl durmamız gereken konu bu nesilleri farklı davranış biçimlerine göre yorumluyor olmamız. Önce ilk nesilden başlayalım. X Kuşağı. X Kuşağı 1965, 1979 hatta 1980’lerin ilk yıllarını kapsıyor. Bu kuşak Amerika’nın %45’ini oluştururken, Türkiye’nin %22’sini oluşturuyor. X Kuşağı çalışmayı seven, disiplinli, genel olarak otoriteye uyumlu, kurumlarla çalışma içinde görünmek isteyen bir nesil. Şu anda yönetici ya da büyük girişimci konumundalar. Bugünün Microsoft, Amazon gibi büyük şirketleri bu jenerasyonun eserleri. Şirkete, kuruma ve çalışma saatlerine bağlı, aynı zamanda toplumsal olaylara duyarlı bir nesil. Fakat kendi sorumlulukları dışında kalan alanlara karışmayı çok da istemeyen bir nesil. Bu açıdan baktığımızda her konuda kendi görüşünü öne süren bir sonraki nesil, yani Y Kuşağı ile alenen çatışıyorlar.

Y Kuşağı. “Y (Why?) Generation”. İsmi üstünde; her şeyi sorgulayan ve aynı zamanda her şeye karşı çıkan nesil. 1980-1995 ya da ’99 arası doğanlar Y Kuşağı olarak tanımlanıyor. Bu kuşak aynı zamanda “MTV Kuşağı” olarak da anılıyor. Türkiye’de 27 milyon kişi bu jenerasyondan. Bilgisayar ve internetin ortaya çıktığı dönemde sosyal medyaya ulaşan ilk nesil. Sosyal medyayı ve teknolojiyi etkin kullanıyorlar. İnternet üzerinden örgütlenmenin gücünü ve imkânlarını ilk tecrübe eden nesil bu nesil. Eleştirileri çok sivri. X Jenerasyonu’na göre daha sabırsız, saygısız ve sadakatsiz. Hatta tatminsiz. Esnek saatlerde çalışmak istiyorlar. İş odaklılar; saat değil. İş bitirmek istiyorlar ama, işe gelmek istemiyorlar. Parayı harcamak için kazanıyorlar. Dünyayı gezmek istiyorlar. Kurumlara sadakatleri az. Özgüvenleri yüksek. Ve çok iş değiştiriyorlar. Tasarım, medya, yaratıcı alanlara ilgi duyuyorlar.

Bence, Y Kuşağı’nı en farklı kılan özellik ise kendilerine ait bir mizah anlayışlarının olması. Aynı zamanda bugünkü startup ekosistemini oluşturan nesil olarak da biliniyor.

Ve işte Z Kuşağı! 1999-2000 sonrasında doğanlara Z Kuşağı deniyor. Bugün dünya nüfusunun %25’i, Türkiye’nin ise %17’si bu kuşağı temsil ediyor. Internet çocukları. Bu çocukların pek çoğunun okumadan önce tabletleri var. Sosyalleşmek demek takipçi demek. Sosyallik anlayışı farklı. Hatta eski jenerasyonlara göre asosyal denebilecek kadar kendi içlerinde yaşıyorlar. Sanal gerçeklik çok önemli. Aynı anda birkaç işi yapıyorlar. “Multi-tasking” onlar için çok önemli. Ellerinde telefonla yemek yiyorlar, karşılarındaki kişileri dinliyorlar, aynı zamanda bir başka ekrandan başka bir hobilerini takip ediyorlar. Birisinden öğrendiklerini teknolojideki araçlar vasıtasıyla sorgulama ihtiyacı içindeler. Karşısındaki kim olursa olsun aklındakini söyleyiveren bir nesil. İş gücüne katılmak üzereler. Hatta bir kısmı çoktan katıldı. Youtuberlar var, girişimciler var. Küreselleşmenin etkilerini en yakından yaşayan ve hisseden nesil Z Kuşağı. Avustralya’dan Tayland’a, Kanada’dan Türkiye’ye aynı bilgisayar oyunlarını oynayıp aynı Youtuberları takip ediyorlar. Paylaşmaktan, ortak alanlarda birlikte yaşamaktan ama kendi hayatlarındaki bireyselliklerinden de vazgeçmiyorlar.

Bence Z Kuşağı bir ümit. Kansere çözüm bulacak nesil bu nesil. Mars’a yolculuk yapacak, Ay’da koloni kuracak, aynı zamanda açlığa, sefalete ve eğitimsizliğe çözüm getirecek. Eğitimde fırsat eşitliği verecek, engellilik ile ilgili olan bütün sorunları çözecek ve eşitlik kavramını, demokrasiyi yaşatacak kuşak bu kuşak. Karşı karşıya kalmış olduğumuz iklimle ilgili ciddi sorunlara çözüm getirecek nesil de bu nesil.

Bu konu ile ilgili daha fazla bilgi almak için YouTube videoma göz atabilirsiniz.

Read More

Eskiden çok daha zor olan yurt dışında üniversite okumak, artık çok daha kolay. Pek çok öğrenci dil öğrenmek için yaz okulunda veya ERASMUS ile exchange yolu ile yurt dışına gidiyor. Hem lisansını hem de yüksek lisans veya doktorasını hatta postdoc’unu yurt dışında yapmak isteyenlerin sayısı çoğaldı. Bunun yanı sıra son zamanlarda lise seçimlerinde bile artık çok göz önünde bulundurduğumuz bir konu yurt dışında okumak. Özellikle Amerika’nın 3. en büyük endüstrisi eğitim sektörü. İngiltere’nin ise 2. Özellikle yurt dışına gidilmesinin ana sebeplerinden bir tanesi iyi ve kaliteli bir üniversite ortamında okumak, sanayiye üniversiteler bazında ilişkiler çerçevesinde girmek ve kariyer anlamında da belli bir yer edinmek. Evet. Karar verdiğinizde, bu iş için bir zaman ayırdığınızda, ve özellikle de belli bir bütçeniz varsa bu anlamda doğru üniversitenin ya da doğru okulun seçilmesi inanılmaz önemli. Peki, bu seçimi neye göre yapmalı?

 

 

 

Yurt dışında öğrenim görmeyi düşünen çoğu uluslararası öğrencinin bir üniversiteyi seçmeden önce dikkat ettiği ilk konuların başında tabii ki eğitim alacağı ülke geliyor. Bir ülkenin istihdam açığı olan iş sahalarına ya da sahip olduğu uluslararası şirketlere göre bakıldığında, popüler eğitim destinasyonlarının aksine; Yeni Zelanda, Finlandiya, Hong Kong, Çin, Hindistan, Güney Kore gibi ülkelerin nitelikli çalışan ihtiyaçları da üniversite seçimlerinde artık etkili oluyor. Her ülkenin aslında bilinirliğinin olduğu alanlar var. Mesela Almanya’yı özellikle öğrenciler mühendislik alanında tercih ediyorlar. Mimarlık alanında, hatta sanat alanında, moda alanında ise İtalya daha fazla tercih ediliyor. Kimya, gastronomi ve özellikle kozmetik alanında Fransa tercih ediliyor. Amerika’nın belli bölgeleri mühendislik alanında veya tıp alanında, yaşam bilimleri alanında tercih sebebi olabiliyor. Ülke seçimini yaparken bu anlamda kendi seçeceğiniz bölümle de alakalı bir ülke seçimini yapıyor olmanız lazım. Yurt dışında eğitim almak almak istediğinizde bir başka önemli nokta ise o üniversitenin bulunduğu coğrâfî bölge. Gerçekten aslında iklim insanı etkileyen bir konu. Pek çok öğrencinin soğuk bölgede okuyamadığını ve okulu bırakmak zorunda kaldığını görüyoruz. Ya da tam anlamıyla Silikon Bölgesi’nin neden bu kadar inovasyonu artırdığı tartışıldığında aslında iklim kuşağının ne kadar da uygun olduğunu görüyoruz. Aynı konu üniversite seçimi için de etkili. Pek çok genç Londra’nın yağmurlu, sisli, karanlık havasına karşılık, Kaliforniya’nın güneşli havasını tercih edebiliyor. Elbette ki bu coğrâfî yapının içinde kültürel yapı da çok önemli. Özellikle Akdeniz ülkeleri bizim ülkemiz tarafından da tercih ediliyor. İtalya, Fransa, İspanya Türk öğrenciler tarafından tercih ediliyor. Bunun yanı sıra Hollanda da pek çok öğrencinin tercih ettiği bir ülke. Öğrencilerin bir tercih nedeni de, gidecekleri ülkedeki şehirler. Mesela Boston. Pek çok uluslararası öğrencinin bulunduğu bu şehir, öğrencilerin tercih ettikleri bir bölge. Aynı şekilde San Francisco ya da Los Angeles. Aynı hikâye orada da var. Öğrenciler sadece kendi üniversitelerinde bulunan arkadaşlıkları devam ettirmiyor, aynı zamanda başka üniversitedeki gençlerle de dostluk kurabiliyorlar. Bu nedenden dolayı bölgeler çok revaçta. Amerika’daki bu şehirlerin dışında en önemli bir başka merkez ise Londra. Pek çok öğrenci Londra’da okumak istiyor ve Londra’da sadece üniversiteye gitmek değil, oranın bütün kültürel altyapısı ile beraber, kurulmuş olan network’ten yararlanmak istiyorlar. Londra’yı Milano ve Amsterdam takip ediyor.

Öğrencilerin yurt dışı üniversite seçimlerinde baktıkları 2. en önemli unsur ise ne kadar ödeme yapacakları ve ne kadar bütçe ayıracakları. O ülkede sadece üniversite için ödenecek olan harcın dışında yurt paraları, belli bir şekilde yaşam paraları da öğrencilerin seçimlerini etkiliyor. Amerika’da son zamanlarda eğitim harçlarında büyük bir artış var. Bu harçların artışının dışında, eğitim masraflarının dışında kalan yaşam parasında da bir artış ile karşı karşıyayız. Son zamanlarda Amerika’nın çok pahalı olması ve özellikle de mezuniyet sonrası kalma sürecinin gittikçe kısalıp neredeyse imkânsızlaşması, öğrencilerin Amerika’yı tercih etmesi konusunda daha dikkatli olmasına sebep oluyor. Eğer öğrenci çok iyi bir üniversiteyi kazanmadı ise ve burs alamıyor ise başka bir ülkeyi tercih etmesini tavsiye ediyorum.

Yurt dışı üniversite tercihi yaparken ülkelere göre en çok tercih edilen üniversiteler şu şekilde: İngiltere… Köklü geçmişi, kültür çeşitliliği, İngilizce dilinin avantajı olması nedeniyle, Cambridge ve Oxford ön plana çıkıyor. Amerika’ya baktığımızda ise özellikle ön plana çıkan en önemli okullar elbette ki Stanford, MIT, Caltech, Harvard, Yale, Princeton, Columbia, Upenn gibi okullar. Kanada’da ise son zamanlarda Utoronto Engineering, çok farklı bir konuma sahip olmaya başladı. Adeta inovasyon ve teknoloji hub’ı olan Toronto, bu anlamda öğrencilerin tercih nedenlerinden bir tanesi. Utoronto’nun arkasından UBC ve McGill geliyor. Özellikle son zamanlarda İsviçre’de de ETH ve École Polytechnique Fédérale de Lausanne (EPFL), çok ön plana çıkmaya başladı. Ancak İsviçre’de okumak gittikçe zorlaşmaya başladı. Kriterlerini oldukça yükselttiler. Singapur’da ise Nanyang Teknoloji Üniversitesi ve Singapur Ulusal Üniversitesi ile ülkeye gelenler hem geleceğin eğitim sistemini hem de öğrenci memnuniyetini doğal olarak yaşar hale geldiler.

Bu anlamda artık ezbere dayalı bir eğitimden daha fazla kariyer odaklı, iş dünyasına geçiş sağlayacak meslekî donanım kazanmak hedefleniyor. Mühendislik okumak istiyor iseniz, veya tıp okumak istiyor iseniz ya da moda ie ilgilenmek, mimarlık yapmak istiyor iseniz, o zaman seçeceğiniz üniversitenin üniversite-sanayi işbirliğindeki etkisine ve yetkinliğine bakın. Bu durum sadece sizin donanımınızı meslekî anlamda ileri bir noktaya getirmenizi değil, aynı zamanda çok daha kolay şekilde iş bulmanızı sağlayacaktır.

Başvurudan kabule, yurt dışında üniversite okumak için merak ettiklerinize YouTube videomdan ulaşabilirsiniz.

Read More

“Akıllanmış” tarım stratejileri aslında bugünkü pek çok ihtiyacımızı karşılar durumda. Özellikle “akıllı tarlalar”ın oluşması için suyu, nemi, sıcaklığı ölçen bir sistem oluşturuluyor. Üstelik her an, her yerden takip edilebilecek bir sistem.

İnsan nüfusunun 10 milyara çıkacağı bir dünyada artık gıdanın daha iyi kontrol edilmesi gerekiyor. Yenilikçi uygulamalar şart. Bu süreç içinde yapılması gereken en önemli iş elbette ki dijital dönüşümün getirmiş olduğu teknolojik gelişimden faydalanabilmek. “Nesnelerin İnterneti” bu anlamda o yüzden çok önemli. Çünkü gerçekte bizim bütün kullandığımız gıdanın özellikle tohumdan taa sofraya kadar takibini sağlayabilecek bir sistem bize sunuyor. Günümüzde kısacası nesnelerin interneti; evlerin, fabrikaların ya da şehirlerin yanı sıra; en önemlisi çiftliklerin, tarlaların, seraların daha yoğun bir şekilde kullanımını ve takip edilmeye başlanmasını sağladı. “Yeşil devrim” olarak nitelendiriliyor. Çünkü artık “akıllı tarım” yöntemi ile çiftçiler, tarlalarını tablet ya da telefondan kolay bir şekilde kontrol edebilecek ve böylece de sulamaya kadar pek çok işlemi uzaktan kolayca halledebilecek konumdalar.

Nesnelerin interneti aslında çağımızın “sürdürülebilirlik” kavramı içinde özellikle gıdanın kontrolünü sağlıyor. İlk defa tarlada gerçekte ne olduğunu görebilmek ve bu anlamda da tedbir almak mümkün. Nesnelerin interneti sayesinde gittikçe azalan su kaynaklarının daha iyi kullanılması da mümkün oluyor. Özellikle toprağın farklı seviyelerinde kullanılan sensörler vasıtasıyla süreç çok daha detaylı bir şekilde takip ediliyor. Sıcaklık, nem, mantar oluşumu ya da toprağın elektriksel iletkenliği gibi değerler ölçülebiliyor. Üreticiler mobil haldeyken dahi birçok bilgiye ânında ulaşırlarken, bitkinin büyümesini yakından takip ederek zararlı hastalıklar ve organizmalara karşı da önceden hareket edebiliyorlar. İlaçlama ve gübreleme gibi tarımsal üretim sürecinde kritik öneme sahip olan işlemlerin doğru zamanda, gerekli ölçüde ve gereken yerlerde yapılmasını sağlamak da mümkün. Bu sayede çiftçilerin pek çok riski minimize ediliyor. İş yükleri azalmakla kalmıyor, aynı zamanda bu anlamda sürecin kontrolü de sağlanmış oluyor. Geleceğin akıllı çiflikleri için sadece bu tür takip sistemlerine değil, yeni tarım araçlarına da ihtiyaç var. Dronelar(Dron) sayesinde hiç ulaşılamayan yerlere ilaç ya da belli bir şekilde tohum atmak mümkün. Bu tür araçların artık stratejik olarak kullanılması şart.

Tarımsal üretim faaliyetlerinin ötesinde, özellikle yenilikçi uygulamaların depolama ve dağıtım süreçlerinde de kullanılması önemli bir konu. Telefonlardaki; mahsullerin durumunu raporlayan sistemlere ya da tüketiciye besinin üretim süreci hakkında bilgi veren uygulamalara kadar birçok yeni konu gündemde. Tüm kaynakların doğru kullanımını sağlayacak bu dijital teknolojiler sayesinde asıl önemli olan insan sağlığının daha iyi hale gelmesi. Nesnelerin interneti sayesinde sadece tarımsal bölgedeki gelişim değil, doğal tüm kaynaklarımızı daha iyi kullanmamız mümkün olabilir. Hal böyle iken bu tür dijital kullanımların tarım bölgelerinde kullanımını artırmak gerekiyor. Aynı zamanda bu konu ile ilgili olarak önemli yatırım kaynaklarını da bu alana sevk etmek lazım.

 

Read More

21.yüzyılda bireylerin veya anne ve babalar için çocuklarının gerçekte kendi kabiliyetlerine, bilgi ve ilgi alanlarına göre meslek seçimlerini bilmek en önemli konu oldu. Stratejik Yetenek Yönetimi, 21. yüzyılda bireyin nasıl bir yol haritası izleyerek hayatına devam edeceğini gösteren en önemli unsurlardan bir tanesi. Bize, gerçekte yol haritası verirken, kendi ilgi alanlarımız, bilgi ve becerimize göre meslek seçimimizin neler olduğunu gösteriyor ve aynı zamanda memnuniyet oranımızı artırıyor.

 

 

 

 

 

Bireyin veya anne-baba iseniz çocuklarınızın gelişim alanlarını biliyor olmanız lazım. Aynı zamanda mesleki yetkinlik ve yatkınlıklarını da görmeniz gerekiyor. Bu süreç içinde hangi ülkede, hangi okulda ve bölümde okuyacağınıza da karar veriyor olmanız lazım. Eğitim dünyası, herkese aynı muameleyi yapıyor. Ama aslında bizim öğrenme şekillerimiz ve bunları tekrarlayarak pekiştirme biçimlerimiz farklı. 21. Yüzyılda tüm bu öğrenmenin yanı sıra bir de dijital dünyayı dengelemeniz gerekiyor. Özellikle öğrencinin “extracurricular” diye tanımladığımız, diğer okul dışı faaliyetlerinin de neler olduğuna karar vermemiz gerekiyor. Mesela müzik, sanat, spor veya drama, dans; bunlardan en önemlileri. Bu extracurricular yani okul dışı aktivitelerin de bireyin gelişimi açısından doğru tercih edilmesi gerekiyor. Tüm bunları düzenledikten sonraki en önemli alan ise bireyin performans alanının belirlenmesi. Bireyler performans alanı olarak öğrencilik sonrasında temel olarak beş alanda faaliyet gösteriyorlar. Ya gerçekten girişimci olup kendi işyerlerini açıyorlar, ya profesör yönetici olup bir yerde çalışıyorlar, ya da araştırma-geliştirme(AR-GE) içinde yer alıp akademisyen olabiliyorlar. Bugün aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarında yer almak da bir başka performans alanı. Bugün bunlardan sadece bir tanesini değil, belki birkaç tanesini bir arada yapıyor olabilirsiniz. O yüzden bireyin memnuniyet alanını artırabilmek için performans alanını biliyor olmak lazım. Özellikle Z Kuşağı, bu anlamda en fazla sıkıntı çeken kuşak. Z Kuşağı’ndan daha önce bahsetmiştim. Farklı bir kuşak. O yüzden çalışma alanları için gerçekten doğru alanların tespit edilmesi lazım. Stratejik Yetenek Yönetimi’nde de en önemli ajandalarından bir tanesi bu.

Özellikle 21. yüzyılda hangi sektörlerin geliştiğini de bilmemiz gerekiyor. O yüzden Stratejik Yetenek Yönetimi, bilim haritalarını kullanarak, dünyada bugün ve gelecekte hangi alanların ön plana çıkacağını söylüyor. Gerçek anlamda 2020-2030-2050-2100’leri düşünerek Stratejik Yetenek Yönetimi’ni kullanıp, kendi hayatınızı yönlendiriyor olmanız gerekiyor. Bu kadar büyük düşündükten sonraki en önemli ajanda ise, bunları özellikle küçük planlar halinde takip edebilmek. O yüzden biz 3-6-12-24-48-72 ay içindeki süreçleri 3’er aylık süreçlerde takip ediyoruz. Bu vizyon çerçevesinde bireyin eksiklikleri belirleniyor ve aynı zamanda  geliştirmesi gereken alanları Vygotsky’nin söylemine göre, tamamlanması sağlanıyor. Tüm bunların asıl sebebi, gerçekte bireyin daha faydalı hâle gelmesi, memnun olabileceği, değer üretebileceği bir alanı bulmak. Ve bu sayede, kendini tanıyarak, kendi bulunduğu ortam ile beraber daha iyi bir vizyon ve daha iyi bir gelecek gerçekleştirebiliyor.

Biz ne yapıyoruz?

Biz, tüm bu süreçler sırasında bireyin, bireysel anlamdaki gelişimini de göz önünde bulunduruyoruz. Her birimizin gerçekte dört tane bedeni var: Fiziksel, duygusal, zihinsel ve inanç bedenlerimiz de dikkate alınarak Stratejik Yetenek Yönetimi’ne, birey gelişimine yön vererek bir yol haritası  izleniyor. Bireyin bütün bu bireysel taraflarına bakıldıktan sonra etrafındaki mikro sistem de göz önünde bulunduruluyor. Bu yüzden, bu süreçte Stratejik Yetenek Yönetimi aynı zamanda anne ve babalara da inanılmaz önemli bir yol haritası veriyor. Sadece çocuğunuzu anlamakla kalmıyorsunuz, çocuğun da aynı zamanda anne ve babasını anlamasını sağlayacak bir ortam yaratıyorsunuz. Bireysel ve mikro yapının dışında, etrafımızda daha büyük, bizi indirekt etkileyen bir makro sistem var. Makro sistem; sosyo-ekonomik, politik, teknolojik, çevresel değişimleri anlatıyor. Finansal yeterlilikler, ekonomik farklılıklar, döviz farklılıkları birçok tercihimizi etkileyebiliyor. Biz bu süreçler içindeyiz. O yüzden, öğrencinin hedeflerine göre, burs, oran ve imkânlarını da düşünüyor ve buna göre yapılandırıyoruz.

Özellikle “ilkel beyin”diye tanımladığımız, korkular ve kaygıları da göz önünde bulunduruyoruz. Kısacası Stratejik Yetenek Yönetimi, bireyin IQ ve EQ’sunu devreye alarak, onun ilkel beynini de göz önünde bulundurarak bireyi bütünsel olarak değerlendiriyor.

Stratejik Yetenek Yönetimi, 21. yüzyılda birey veya anne-babalar için kendi çocuklarına ellerinde bir referans noktası oluşturması adına çok önemli bir kaynak. Bu sadece fotoğraf çekmiyor. Aynı zamanda bireyin 3-6-12-24 ay sonra ya da 5 yıl sonraki süreçlerini de takip etme imkânını sağlıyor. Bu bize aslında gerçekten birey hakkında çok ciddi detaylı bilgi sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda onun geleceğinin daha iyi olması için yapılandırılmış bir sistem sunuyor.

Stratejik Yetenek Yönetimi ile ilgili daha fazla bilgi almak için YouTube videoma göz atabilir, kanalıma üye olabilirsiniz.

 

 

 

 

 

 

 

Read More

Üniversite dönemi aslında balayı!

İsteseniz de istemeseniz de kabul edildiğiniz, kazandığınız bir bölümde okuyorsunuz. İstediğiniz bir üniversitenin ekosisteminde yer alıyorsunuz. Sadece öğrenim değil, aynı zamanda bulunan ortamın içinde belli bir eğitimin parçası oluyorsunuz. O organizmanın içinde yani o organizasyonun getirmiş olduğu atmosfer içinde kimliğinizi buluyorsunuz. Kim bilir? Belki eşinizi de bulabiliyorsunuz. Veya işinizle ilgili olarak partnerinizi de bulabiliyorsunuz. Ben çok iyi bir üniversite eğitimi aldığımı düşünüyorum. Özellikle de okuduğum ekosistemde bir üniversitenin aslında liseden ne kadar farklı bir şekilde insana renk kattığına, nasıl çeşitlendirdiğine, ne kadar aslında gaza getirdiğine, motive ettiğine de şahit oldum. Ve bu anlamda da üniversite dönemine inanılmaz önem veriyorum. Şahsen bu alanda değer üretilebilecek en önemli dönem olabileceği için de alanda çalışan ve kendimi bir akademisyen olarak interaktif şekilde öğrenci ile iç içe bulunmuş, ve bu anlamda da çok önemli bir dönem olduğu için, fark yaratıldığı gördüğümden dolayı inanılmaz önem veriyorum. Bugün, 2020’li yılların başında, öğrencilerin en büyük sıkıntılarından bir tanesi şu: “Kariyerimde ne yapacağım?” sorusuna bir türlü cevap bulamamaları. Öğrencilerimin bana en fazla söylediği konu şu: “Hocam, hayatımız boyunca, özellikle de lisede son dört yılda sadece üniversiteyi hayal ederken, bir anda üniversiteye gelince hayalimizi gerçekleştirmiş olarak sudan çıkmış balığa dönebiliyoruz. Ve ne yapacağımızı bilmiyoruz.” diye gerçekten sorgulayabiliyorlar. Aslında bu soru çok abes değil. Çünkü tam 23 yaşları bireyin hayatı tekrar sorgulama yaşları aynı zamanda. Bunu Amerika çok iyi bildiği için, mesleki anlamda “diş çıkarma yaşı” olarak nitelendiriyor. Bu yüzden Amerikan üniversitelerine ilk iki yıl bakıldığında daha çok “liberal arts” dersi olduğunu görüyorsunuz ve aslında son iki yıl kendi alanınızda ihtisaslaşarak belli bir şekilde belli bir odaklanmayı sağlayabiliyorsunuz.

 

 

 

 

 

Üniversite okurken neler yapmalı?

İlk üniversiteye girdiğiniz dönemde size tavsiyelerim var. Önce, ilk üç ay hayatınıza bakın. Bulunduğunuz üniversitenin ve bölümün kendi içinde nasıl bir yapısı olduğunu fark edin. Panik yok! Sakin ve sükunet içinde durumu tahlil edin. O yüzden çok üzerinde durduğum bir konu var. Üniversiteye girildiğinde üç saat, üç gün, üç hafta ve üç ay… İlk dönemi tamamladığınızda, üç-beş-altı ders aldığınızda ya da İngiltere’deki gibi bu derslerin yarısını tamamladığınızda en azından bir nebzelik, ağzınızda tat bırakabilecek ve alanı anlayabilecek bir süreci de yaşamış oluyorsunuz. Bu nedenden dolayı, acele yok! Değişim çok fazla olabilir. Ve unutmayın: Üniversite eğitiminin zaten bugün 21. yüzyılda %95’i belli bir şekilde bilgi beceri açısından kendini tamamlamış konumda. Bir diğer anlamıyla, belli bir şekilde kendini bayatlamış olarak da nitelendirebilir. Sizin üniversiteye gitmenizin ana sebeplerinden bir tanesi orada sadece bilgi edinmek değil, bir o kadar, aslında çok daha önemlisi olan, bu işin %10 bilgisinin ötesinde %90 alanda yetkinlik kazanmak için. O yüzden alanda yetkinlik kazanmak adına, farklı bir yaklaşıma ihtiyacınız var. O yüzden sizin işin bilgisinde değil, işin, gerçek anlamda; teknik, bireysel, sosyal ve evrensel anlamda yetkinlikleri tartarak kendinizi geliştirmeye ve daha iyi hale getirme amacı içinde oluyor olduğunuzu biliyor olmanız gerekiyor. Okuduğunuz binlerce kitap da olsa, veya 1 kitap bile olsa, bunun ne kadar değişebileceğini; maksadın çok kitap okumaktan daha fazla, kaliteli bilginin özümsenerek içselleşmesi ve çok daha önemlisi, uygulanabilir şekilde sizin tarafınızdan algılanıyor ve biliniyor olması. O yüzden sınavlardan daha fazla, uygulamaya yönelik vak’a çalışmaları üzerinden çalışmaların içinde yer almanız çok kıymetli. O yüzden benim çok üzerinde durduğum bir konu var. 1-Üniversitenizin grup çalışmaları içinde yer alın. Özellikle de alanınızda yer alan kulüplerin içinde mutlaka bulunun. Bunun dışında, eğer varsa üniversitenizin iş dünyasına sizi entegre edebilecek olan iş bulma ofisleri, kariyer ofisleri ile beraber çalışın. Saçma sapan bile olsa üniversitede gerçekleşen konuşmalara katılın. Network’ünüzü olabildiğince genişletin. Bu anlamda bu da yeterli değil, çok şanslı bir dönemde yaşıyorsunuz, çünkü, Ted Talks’undan, Youtube, Google Talks’una, pek çok alanda yeni gerçekleştirilmiş Guddemi veya Coursera’nın müthiş değişik alanlarda gerçekleştirdiği eğitim programları içinde yer alıyor olmanız lazım. Bu yüzden tavsiyelerimden biri, hızlandırılmış bile olsa, mutlaka alanınızla ilgili kendi donanımınızı arttırabilecek önemli kaynaklardan ya da alanda yer alan ve alanı etkileyen influencer’lardan belli bir şekilde besleniyor ve kendinizi geliştiriyor olmanız gerekiyor. Alanınızla ilgili dergiler, alanınızla ilgili kitaplar inanılmaz önemli. Bunlar sizin ilk yıllar içinde özellikle üzerinde durmanız gereken ve kendinizi gerçekleştirmek adına özellikle bakmanız, bilmeniz gereken konulardan.

En çok tavsiye ettiğim konulardan bir tanesi de şu: özellikle alanınızın değişik alt kollarının biliniyor olması gerekiyor. Unutmayın ki üniversitenizde hoca olarak yer alan pek çok kıymetli kişi ya da uzman, o bölümün uzmanlığını belli bir şekilde “sharpen” etmiş yani sivrileştirmiş ve bu alanda daha detaylı olarak çalışan kişiler. O yüzden hocalarla olan ilişkilerinizi ve özellikle de asistanlarla olan ilişkilerinizi belli bir şekilde iyi tutun. Çok önemli konu. Çünkü gerçekte, hele 21. yüzyılda, online eğitimiz çok ciddi şekilde tavan yaptığı bir dönemde, üniversite hocası ile irtibatta olmanın en önemli nedenlerinden bir tanesi, onların gerçek anlamda birikmiş, nadide bilgisinden yararlanıyor olabilmek. Bugün o yüzden, üniversite hocalarının iyi olanları, “star” niteliğinde. Neden? Bugün 400-500 bin öğrencisi olan, AI (artificial intelligence) dersini veren Stanford Üniversitesi’nin pek çok hocası, aslında bakıldığında size bir Stanford öğrencisi kadar yakın olabilecek düzeyde size bilgi aktarabiliyor. Maksat böyle önemli hocaları bulabilmek. O yüzden üniversitenizde olabildiğince, bu tür alanında star olan hocalarınızı takip etmenizi tavsiye ediyorum. Bununla da kalmayın, aynı zamanda özellikle de mezunlar konusunda belli bir araştırma yapın. O bölümden mezun olmuş kişilerin hangi yönlere doğru gittiğini, nasıl bir devinim geçirdiklerini, nasıl belli bir alana yoğunlaştıklarını da göz önünde bulundurmanızı tavsiye ederim.

İlk yıl belli bir şekilde nefes almak, ortamı koklamak ve durumu anlamak. Ancak ikinci yıl öyle değil. İlk yıl bana en çok sorulan sorulardan bir tanesi, “Bu arada staj yapayım mı yapmayayım mı?” sorusu. Elbette ki bu iş staj olmadan olmaz. O yüzden her yazınızı, her boşluğunuzu, isterseniz remote/uzaktan, isterseniz part-time ya da yazın veya aralarda full-time gerçekleştirecek şekilde, ne olursa olsun parasına bakmadan, sosyal güvence içinde, belli bir normda, etik değerler de korunarak mutlaka alanda yer alarak değerlendirin ve kendinizi deneyimleyin.

2.sınıf sonu bizim için bir yüksekokul mahiyetinde. İkinci sınıfı tamamladığınızda artık siz üniversite öğrencisi olmaya aday bir kişi olarak bir 3. sınıf öğrencisinin mantığında ve stratejisinde yaklaşıyor olmanız lazım. 3 ve 4 çok kritik. Özellikle 3. Sınıfın başı çok kıymetli. Neden derseniz, mutlaka özgeçmişinizin hazırlanması lazım. Özgeçmişinizin belki bir-iki tanesi çeşitli yapılıyor ve buna göre deneyimliyor olmanız lazım. Çünkü siz her ne kadar belli yerlerde çalışmak isteseniz de, piyasanın getirmiş olduğu şartlar sizin hangi tarafa doğru ya da hangi şirket tarafından kabul edileceğinizi belirlediği için biraz aslında “Go with the flow.” dediğimiz, alanda nasıl yön veriliyorsa, ona göre bir yol çizmeniz gerekebiliyor. Bu yüzden, özellikle 2. sınıfın sonrası, 3. sınıfın başında kaliteli bir CV’niz; birkaç tane çeşitlendirerek yapılan özgeçmişiniz sizin doğru bir yerde staj yapmanızı sağlıyor. O yüzden benim için en kıymetli staj hangisidir derseniz, 3’ten 4’e geçerkenki staj. Çünkü neden? Gerçekte sizin alanınızda hangi yöne doğru yoğunlaşabileceğinin göstergesi.

Bu anlamda 3. sınıf aynı zamanda çok kilit bir sene. Neden? Bireyin oynayacağı rollerin şekillendiği bir sene. Eğer sizin not ortalamanız yukarıda ise belki master’a doğru gideceğiniz, ya da belli bir şekilde ERASMUS ya da Exchange ile yurt dışında deneyim kazanabileceğiniz veya gerçek anlamda profesyonel hayata uluslararası bir şirkette veya yerel bir şirkette başlama kararınızın verilebileceği bir süreç aynı zamanda. Bu anlamda kendinize tanıdığınız, kişiliğinize uygun bir yapının belirlendiği, ve aynı zamanda GPA’nızla da beraber diğer başka faktörleri düşünmeniz gereken bir süreç. Neidr bu diğer faktörler? Eğer siz yurt dışına gidecekseniz yurt dışının istediği sınavlara giriyor olmanız gerekiyor kariyer anlamında. Bunlar neler? IELTS, TOEFL İngilizce yeterlilik, bir anlamda sizin İngilizce yeterliğinizi ortaya çıkardığınız bir alan, artı, GRE (General Record Examination test) gibi sınavlarla sizin yurt dışında iyi bir master programına kabul edilme şartınızın belirlenmesi. Eğer Türkiye’de okuyacaksanız o zaman da ALES gibi bir sınavı tamamlıyor olmanız gerekiyor. Bütün bunların yanı sıra, eğer siz belli bir şekilde öğretmen adayı iseniz, o zaman KPSS sınavına girmeniz gerekiyor ya da uygun olan belli memurluk sınavları veya diğer özel şirketlerin hazırlamış olduğu “assessment”lar diye tanımlanan psikolojik testlere hazır olmanız gerekiyor. O yüzden 3. sınıf çok önemli bir sınıf. Aynı zamanda en hummalı sınıflardan bir tanesi. 4 çok geç olduğu için 3. sınıfın gerçekten en az üç tane karpuzu birden yüklenebileceğiniz, sorumlulukları doğru şekilde yerine getirmeniz gereken dönemlerden bir tanesi. Nedir bunlar: Okuldaki not ortalamanızın belli bir şekilde doğru gidiyor olması, özgeçmişinizi yapılandırmak için yapmış ya da yapmakta olduğunuz stajlar, ve üçüncüsü, hayatınızda geleceğinize yön vermek adına, eğer Ar-Ge’de yer alacaksanız Ar-Ge ile ilgili, eğer akademisyen olmak istiyorsanız akademi ile ilgili, eğer bir sivil toplum kuruluşunda yer alacaksanız onunla ilgili çalışmaların, profesyonel hayatın ya da, “Hayır hiçbiri değil! Ben girişimci olacağım.” diyorsanız bu anlamda yapılması gereken süreçlerin tamamlanması gerekiyor. 3. sınıf kariyer döneminin en kilit noktası. Bu anlamda akademik danışmanlık çok önemli. Olabildiğince üniversitenizden, olmuyorsa bu alanda uzman olan akademik danışmanlardan yararlanarak yol alıyor olmanız gerekiyor. O yüzden 3.sınıfın başı ve tamamı, bu dönem önemli. 3. sınıfı bitirdiğiniz yazın sonrasında çok kaliteli bir staj, size bütün kapıları açacak noktada belli bir alan oluşturabiliyor ve aynı zamanda size 4. sınıfı bitirir bitirmez belli bir şekilde teklif gelerek o işyerinde yer almanızı sağlayacak bir süreci de başlatmış oluyor.

Gelelim 4. sınıfa. 4. sınıfın son dönemi biraz eller havada partileniyor! Malum, mezun olduğunuz için. Eğer uzatıp 5. senenizde iseniz yine ay şey; son sene. Aslına bakılırsa çok önemlibir ana nokta olmuyor, daha çok işin mezuniyet kısmında yer alıyor oluyorsunuz. Pek çok şirkette 1 Aralık iş başvuruları için son tarih olarak belirlenebiliyor. O yüzden mutlaka 4. sınıfın başında sistemli bir noktada ajandanızı update edin ve hangi şirketlere, kurumlara ne şekilde başvuracağınızı bilin. Bu ister master olsun, ister doktora olsun – “birleşmiş doktora” diye tanımladığımız bir alan var – veya tam tersi, başka bir alana girecekseniz, örneğin Endüstri Mühendisliğinden Endüstriyel Tasarım gibi veya Medya Çalışmaları gibi yeni bir alana gidecekseniz bu tür alanlarda yapacağınız çalışmaların iyi ve doğru bir şekilde şekilleniyor olması lazım. O yüzden üniversite bu anlamda kariyerin en sistemli ve stratejik olarak bilinçli yapılması gereken bir süreç. Boş bırakılmamalı. Gerçek anlamda kaliteli, bilinçli bir yaklaşımla kararların verilmesi gerekiyor. Ve aynı zamanda işler riske atılmayacağı için alternatiflerin a, b, c, d hatta z’si düşünülecek şekilde belli bir senaryonun oluşturulması gerekiyor. Neleriniz eksik? Ne yapmak istiyorsunuz? Ona göre hangi yöne yönelecekseniz kendiniz belli bir şekilde tedbir alıyor, bununla ilgili gerekli çalışmaları yapıyor olmanız lazım. Son dönemde profesyonel yöneticilikte inanılmaz bir düşüş var. Bunun karşılığında Ar-Ge ve akademisyenlikte büyük bir artış var. Özellikle son dönemlerde belli alanlarda faaliyet gösteren araştırma şirketlerinde yer alan Phd’li yani doktoralı öğrenci sayısında büyük artış var. Talep de fazla olduğu için gençlerin pek çoğu bu alana doğru yönlenmeye başladı. Ya da çok çok trend olan özellikle “startup” ya da üniversite hocalarının kurmuş olduğu “spinout”larda yer alan öğrenciler söz konusu. Bu anlamda öğrencilerimin en fazla önem vermesi gereken konuların başında, özellikle yetkinlikler anlamında duygusal zekalarını belli şekilde kanıtlayabilecekleri, yönlendirebilecekleri, liderliklerini ortaya çıkarabilecekleri sosyal sorumluluk projeleri içinde yer almalarını, sosyal inovasyon alanında fark yaratmalarını tavsiye ediyorum. Birey unutmamalı ki bugün Salesforce gibi bir şirkette yer alması için öncesinde belki de 500 saat gibi bir süreyle bir sosyal sorumluluk projesi içinde yer alması eklenebiliyor. Veya tam tersi, bir sosyal sorumluluk veya sosyal inovasyon dışında aynı İngilizce yeterliğiniz gibi, bir o kadar da bilişim alanında belli dilleri – özellikle C++ ve PYHTON gibi- dilleri bilerek o alanda yer almanız beklenebiliyor. O yüzden 21. yüzyılın belli yetkinliklerini, belli teknik alanlarını biliyor, bu alanda özellikle bulunduğunuz bölümün içeriğine göre uygun, okulun dışında okula yakın yerlerde verilen bu tür belli kurslardan belli yetkinliklerden yararlanmanızı da tavsiye ediyorum. İş başvurusu sürecinde de sadece bu başvuruyu yapmanız yeterli değil, bir o kdar da o başvurular sırasında gerçekleşen mülakatlara da önem veriyor olmanız lazım. O yüzden işe başlama çok kritik bir dönem. Bu sürecin tamamen iyi bir donanımla, iyi bir stratejiyle ve iyi bir planlamayla gerçekleşiyor olması gerekiyor. O yüzden üniversitede okuyan pek çok genç bu anlamda bana danıştığı için ve çok fazla detayı aldığı için çok ciddi anlamda gördüğüm en büyük konumun önemli bir ajandanın takip edilme eksikliği ve doğru zamanda doğru işi yapmadıkları için geciken süreçlerde geciken hatta kaçan fırsatlarla karşı karşıya kaldıklarını görüyorum. O yüzden fırsatları iyi kullanıp iyi değerlendirmek, alanda fark yaratmak ve istediğiniz memnuniyeti, hazzı yakalayarak başarılı olabilmenin tek yolu bu yapının aynı zamanda belli bir şekilde takip ediliyor ve gerçekleştiriliyor olmasına dikkat etmek gerekiyor.

Daha fazla bilgi edinmek için YouTube videoma göz atabilirsiniz.

 

 

Read More

“Adım Adım Biyogirişimcilik”… Özellikle bu kitap gerçekten son dönemde hazırlama aşamasında olup ve tamamladığım en heyecan verici kitaplardan bir tanesi. Uzun süredir, özellikle de 2014 yılından beri Türkiye’de pek çok patentin, özellikle bu alanda, çıkmasında ve ticaretleşme sürecinde rol oynadım. 2014 yılında bu işe başladığımda üniversitenin yaşam bilimleri alanında çok güçlü olmasına rağmen 4-5 patenti vardı. Ama bugün, bu 6 yıllık süreç içinde özellikle 2000’in üzerinde patent gerçekleşti. Bu patentler arasında %87 oranında yaşam bilimleri alanında, özellikle de biyoteknoloji alanında çok önemli patentler var ve bu patentlerin şimdi tam da ticarileşme dönemindeyiz. Dünyanın en etkin ve en geniş network ağı olan ve “start up”lar konusunda, özellikle “melek ağı” konusunda çok iddialı olan Keiretsu’nun Türkiye’deki yönetim kurulu üyesiyim. Bu anlamda, özellikle dünyada, Türkiye’de biyoteknoloji alanında pek çok startup’ın nasıl “angel investor”larla (melek yatırımcı) ve “v.c.”lerle (venture capitalist / risk sermayedarı) buluştuğunu ve yatırım aldıklarını, ve bu yatırımların sonrasında da ne kadar büyüyüp ne kadar daha sonraki süreçlerde 1.-2.-3. turlara katıldığına şahit oldum. Bu süreç içinde ihtiyaç duyduğum en önemli konu ise Türkiye’de özellikle, biyoteknoloji alanının geliştirilebilmesi için gerçekten bir referans el kitabının bulunması gerektiği idi. Bu nedenden dolayı ABA Yayın olarak bizzat bu projenin öncülüğünü yapıp Sevgi Hoca ile ve Işıl Hoca ile birlikte çalışıp çok ciddi anlamda bir proje üretmeye karar verdik. Bu proje gerçekten bize çok heyecan verdi.

 

 

 

 

 

 

Bu kitapta, özellikle alanım olan “kümelenme” ve kümelenmenin getirmiş olduğu ticaretleşme, teknoloji transferi konusunda belirttiğim çok önemli noktalar var. Özellikle OECD’nin rakamlarından da yararlanarak Türkiye’nin ve dünyanın ülke bazında ne anlamda biyoteknoloji alanına yön verdiğini, nereye doğru yapılandığını ve nereye doğru bir navigasyon işlediğine şahit olabileceğiniz bir bölüm gerçekleştirdik. Burada yazmak istediğimiz konulardan bir tanesi, özellikle dünyada, başta San Francisco olmak üzere, UC Berkeley’nin hemen yanında kurulan ve şu anda biyoteknoloji anlamında dünyayı ciddi anlamda değiştirecek 2020 ve 2050 sonrasında bu alandaki büyük kavramı, büyük değişimi, büyük yapılanmayı oluşturacak olan kümelenmeden de yola çıkarak Türkiye’ye önemli bir örnek teşkil edebilecek bir yapıyı da aynı zamanda kurmak istiyoruz. Amaç ne? Birinci derecede aslında, aynı dünyadaki yeni gelişmelerle beraber bu gelişmeleri Türkiye’de de takip edebilmek, bu paralelde, bu anlamda bizim de yapabileceğimiz çok ciddi önemli adımları daha stratejik, daha odaklanmış, daha hedef odaklı götürüyor olmak istiyoruz. Amacımız ters mühendislik yaparak gerçekten bu alanda var olan araştırmacıları, üniversite hocalarını, sanayi, özellikle de sivil toplum kuruluşları ile beraber devletin gerçek desteğini alarak bu alanda etki sahibi olabilmek.

 

 

 

 

 

 

 

Çünkü Türkiye’nin inanılmaz müthiş fırsatlar var. Bu fırsatları gerçekten kullanıyor olmak lazım. Daha da ötesi, aslında bizim için çok önemli bir başka konu, yetkinliğimizi arttırarak bu alanda olabildiğince “startup” ve “spin off”larımı kurabilmek ve bu startup ve spin off’ların olabildiğince dünyanın yetkin bölgelerinde daha etkin hale gelmelerini sağlamak. 2020 ve sonrasında, özellikle 2050’lerde günümüzün koşullarının çok ciddi anlamda zorlanacağı önemli ajandalar var. Bunların başında tabii ki iklim değişikliği geliyor. İklim değişikliği bu anlamda biyoteknoloji adına ciddi değişikliklerin beklentisinin yapılması gereken bir süreci de paralelinde getiriyor. Aynı zamanda, yaşlılık, ikinci bir önemli “challenge”lardan bir tanesi. İşte bu kitap sadece pek çok bu alana giren yeni öğrencinin değil, aynı zamanda bu alanda çalışan yeni genç akademisyenlerin, araştırmacıların ve hatta bu alanda özellikle start up ve spin off’ların kullanabileceği önemli bir “handbook”; önemli bir el kitabı ve referans kitabı. O yüzden kitap, adım adım birinci derecede biyoteknoloji alanında nelerin yapılabileceği, nasıl biyogirişimci olunabileceği ve biyogirişimci olduktan sonra süreçte nasıl ve ne şekilde yol izlenmesi gerektiğini, kimlere ve ne şekilde ulaşılması gerektiği konusunda çok detaylı bilgi veriyor. Bu kitabın gerçekleştirilmesi sürecinde özellikle bize ofiste katkıda bulunan tüm arkadaşlara da teşekkürler!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Konu ile ilgili YouTube videoma göz atabilirsiniz.

Read More

İnovasyon için Eğitim Vakfı’nın kurucusu olarak, 2020 sonrasında yeni bir dönemi açıyoruz. Bundan büyük heyecan duyuyorum. Özellikle iki ayrı ana alanda faaliyet göstermeye başladık. Bunların ilki, özellikle gençlerin 2020 ve sonrasında, yapay zekâ döneminde daha iyi eğitim alarak inovasyonu tetikleyip teknoloji alanında fark yaratmaları. Bu nedenden dolayı, 0-6, 6-12 ve 12-18 lise dönemini de içine alan18-25 yaş dönemindeki tüm eğitimin yeni teknolojilerin yapılanma sürecinde önemli rol oynayacak ve bu anlamda gençlerin yeteneklerine göre daha güçlenerek inovasyon ve teknoloji alanında fark yaratabilecekleri bir çalışma alanı oluşturmak istiyoruz. Bu nedenden dolayı, özellikle San Francisco’da Silikon Vadisi de başta olmak üzere, pek çok üniversite ile iş birliği yaparak, bu dönemde gençlerin öğrenme becerilerini arttırarak ciddi anlamda stratejik, kendilerine uygun olan geleceğin meslekleri alanında fark yaratmalarını istiyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

İkinci en önemli alan ise, inovasyon ve teknoloji odaklı “startup” ve “spin off”ları ortaya çıkarmak ve bunları olabildiğince farklı alanlarda iyi konumlara getirerek dünya çapında şirketler ya da kurumlar haline dönüştürmek. Amacımız, genç yaşta başlayan inovasyon ve teknoloji eğitimi ve öğrenme metotları ile beraber, bu anlamda inovasyon ve teknoloji üreten startup ve spin off’ların sayısını arttırmak, mümkün olabildiğince içinde sosyal inovasyon alanındaki startupları da ortaya koyarak bütünsel anlamda bir yaklaşım sağlayabilmek. Özellikle lise ve üniversite döneminde okuyan öğrencilere vakfımız, burs imkânları sunuyor. Bu burs imkânları diğer vakıflardan daha farklı. Asıl amaç, bu öğrencilerin, kendi alanlarında inovasyon ve teknoloji üreterek bu anlamda kendi burslarını kazanabilmeleri, bir diğer anlamıyla, kendilerini fonlamaları amaçlanıyor. Öte yandan özellikle liseden başlayarak, üniversite döneminde ve sonrasında, kendi startup’larını oluşturmuş olan kişilerin ise, farklı bir şekilde, “çekirdek para” diye tanımladığımız “tohum parası” oluşturabilecek “akıllı para”yı sunabilmek ve startup’ların bu şekilde daha hızlı şekilde büyümesini sağlamak. Vakfın bu anlamda çok önemli bir şemsiyesi var. Bunun da en önemli özelliği, mentorluk vererek, belli bir şekilde öğrenme metotlarını da kullanarak,gerçek anlamda genç girişimcilerin, yetenekli genç insanların iş dünyasına daha hızlı ve kaliteli bir şekilde girmelerini sağlamak ve kendi değerlerini oluşturabilecekleri imkânları bulabilmek. Bugün 1 milyon Doları eğer mühendise Google veriyorsa, aynı şekilde bizim öğrencilerimizin de bunu alabileceği şekilde yetiştirilmesi, yapılandırılması ve hak ettikleri yerleri bulması gerekiyor. Amacımız bu nedenden dolayı, gerek profesyonel dünyada, gerek “open inovasyon”un getirmiş olduğu yapı içinde gençlerin olabildiğince girişimci, yapılandırılmış performans göstererek inovasyon alanında fark yaratmalarını ve bu anlamda da insanlığa dokunmalarını amaçlamaktayız.

Bizimle birlikte çalışıp, farklı inovasyon ve teknoloji odaklı eğitimlerden ve öğrenme metotlarından isteyen gençlerin ve akıllı para arayan girişimcilerin bu anlamda daha detaylı bilgi almaları ve başvuru yapmaları için vakfımızın web sitesine başvurmanızı tavsiye ediyorum.

e4i

Daha fazla bilgi edinmek için YouTube videoma göz atabilirsiniz.

Read More

Üniversiteler ile ilgili en çok dikkat edilmesi ve bilinmesi gereken unsur şu: Siz bir üniversiteye başvuruyor iseniz, o üniversitenin kaçıncı jenerasyon olduğunu biliyor olmanız çok kıymetli bir konu. O yüzden günümüzde en fazla konuşulan konulardan bir tanesi bu. Birinci nesil, ikinci nesil, üçüncü nesil, dördüncü nesil üniversiteler. Bunlar hangileri? Ne anlama geliyor? Nelere dikkat edilmesi gerekiyor? Hangilerine başvurulmalı?

 

 

 

 

 

 

 

Birinci nesil üniversiteler genel itibariyla yabancı dilini Latince olarak bildiğimizve eskiden beri; 1400-1300’lü yıllarsan gelen üniversiteler. Bu üniversiteler, örneğin bugünkü Oxford, Cambridge gibi, aynı zamanda birinci nesil olarak kurulmuş, sonrasında kendisini yapılandırarak ikinci, üçüncü ve dördüncü nesile geçmiş olan üniversiteler. Birinci nesil üniversiteler; genel itibariyla 300-500-600 bin kişilik öğrencinin eğitim aldığı üniversiteler. Mesela buna en iyi örneklerden bir tanesi SUNY – The State University of New York, pek çok öğrenciye eğitim vermekte. Bir kısım eğitimi de hatta online olarak yapmakta. Buna en iyi örneklerden bir tanesi yine Anadolu Üniversitesi. Dünya çapında online eğitim ile beraber pek çok gencin bu anlamda üniversite eğitimi almasını sağlayan birinci nesil üniversite olarak nitelendiriliyorlar.

İkinci nesil üniversiteler ise daha farklı. İkinci nesil üniversiteler daha çok Ar-Ge yapan üniversiteler. %30 – %40 oranında İngilizce tercih ediliyor, ondan sonra ise o bölgenin ya da bulunduğunuz ülkenin resmî dilini kullanıyorsunuz. Bu üniversiteler daha çok Araştırma-Geliştirme yapıyorlar, genel itibariyla daha içlerine kapanık üniversiteler. Genelde şehrin dışında yer alıyorlar ve Ar-Ge konusunda ihtisaslaşmış üniversiteler olarak biliniyorlar. Buna en iyi örneklerden bir tanesi mesela, çok iyi bilinen Caltech.Tamamen Ar-Ge üzerine ihtisaslaşmış, yeni nesil bir üniversite. Ya da, University of Michigan. Devlet üniversitesi olarak gerçek anlamda bir alanda yer alıyor ve Araştırma-Geliştirme alanında gerçekten fark yaratan üniversite olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de buna en iyi örneklerden bir tanesi ise İstanbul Üniversitesi ya da Marmara Üniversitesi.

Üçüncü nesil üniversitelerde ise yabancı dil İngilizce ve İngilizce’nin yanı sıra, önemli olarak, en büyük farklarından bir tanesi, Ar-Ge’nin dışında, özellikle işletme alanlarında ya da endüstrinin yapılanması alanında çok etkin olan üniversiteler olarak biliniyorlar. Bunlara en iyi örneklerden bir tanesi London School of Economics mesela. Ya da, bu üniversiteler gerçek anlamda Araştırma-Geliştirme ile beraber insana dokunan üniversiteler olarak bilinen hastaneleri de içinde bulunduran, büyük bir ekonomik gücü elinde bulunduran üniversiteler olarak şekilleniyorlar. Buna en iyi örneklerden bir tanesi Harvard Üniversitesi. İstanbul Üniversitesi’nin özellikle Çapa ve Cerrahpaşa kampüsleri bunun en iyi örneklerden. Bu üniversitelerin en önemli özellikleri gerçek anlamda binlerce hastaya birlikte bakıp, aynı zamanda üniversitede Araştırma-Geliştirme ile beraber ânında uygulama ve yapılandırma ile beraber fark yaratan üniversiteler olarak nitelendiriliyorlar.

Şimdi gelelim dördüncü nesil üniversitelere. Dördüncü nesil üniversiteler şu anda en önemli ve en fazla revaçta olan üniversiteler olarak biliniyorlar. Bu üniversitelerin yabancı dil tercihleri İngilizce değil sadece. Bu üniversitelerin en büyük yetkinlikleri 21. yüzyılın ihtiyacı olan yapay zekâ gibi alanlarda yetkinliklerinin çok yüksek olmaları. Bunun en büyük örneklerden bir tanesi elbette ki Stanford Üniversitesi. Ya da bunun için büyük gayret gösteren MIT. Bugün, dördüncü nesil üniversite anlamında büyük çaba gösteren, aynı zamanda Uzak Doğu’da Şangay ya da Hong Kong Teknik Üniversitesi veya Tokyo gibi üniversiteler de yer almakta. Bu üniversitelerin asıl amaçlarından bir tanesi teknoloji ve inovasyon alanında büyük fark yaratan büyük çalışmalara imza atmak. Özellikle Almanya’da Max Planck ve TUM diye bildiğimiz üniversiteler; Hollanda’da Eindhoven ve Delft; İngiltere’de Oxford, Cambridge ve özellikle de Imperial; ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, Koç ya da Sabancı bu tür üniversitelere örnek verebileceğimiz üniversiteler. Dördüncü nesil üniversitede asıl mesele, gerçek anlamda insana dokunan, sadece sanayinin kâr etmesini gütmeyip inovasyon ve teknoloji ile beraber, dünyada çığır açacak çalışmalara önayak olmak.

Bu üniversitelerin en önemli farklılıklarından bir tanesi, “pure science” diye geçen temel bilim alanına çok önem veriyor olmaları. Matematik, fizik, kimya, biyoloji gerçek anlamda bu üniversiteler tarafından çok önemseniyorlar. Bunun dışında da özellikle bilgisayar alanında önemli fark yaratacak çalışmalara önayak oluyorlar. Hele bu üniversitelerin bir de yaşam bilimleri alanındaki özellikleri, biyoteknoloji ile birlikte birleştirerek yapılandırdığında müthiş bir sonuç çıkıyor. Bu nedenden dolayı birçok üniversite mutlaka kendi içinde yaşam bilimlerini, biyoteknoloji ve tıp fakültelerini açma gayreti içinde. Çünkü amaç, insan için insanla birlikte önemli bir çalışma alanı ve ekosistemi oluşturabilmek. O yüzden dördüncü nesil üniversiteler önümüzdeki dönemde ciddi anlamda yapılanacak. Bu anlamda buna ayak uyduramayan üniversitelerde büyük bir gerileme olacak. O yüzden en çok öğrencilere ve ailelerine önerdiğim konulardan bir tanesi şu: Lütfen, ismi olan değil, bölümünde belli bir yerde olan üniversiteleri tercih etmek asıl önemli olan. Çünkü o üniversiteleri o üniversite yapan, ya da bölümü bölüm yapan kısım, oradaki üniversite hocalarının ve hatta daha da önemlisi, üniversite hocalarının gelmelerine neden olan groundlarla ile birlikte yapılan Ar-ge çalışmaları; Araştırma ve geliştirmeler. Bu arada yapılan patentler, kurulan ve düzenlenen araştırmalar öyle bir noktaya geliyor ki artık bugün üniversite hocaları bu strateji içinde kendi şirketlerini, kendi öğrencileri ile birlikte kurarak çok önemli çığır açacak olan çalışmaların altına imza atıyorlar. Bu vesile ile başka bir videoda da bahsedeceğim üzere üniversiteler artık sadece üniversite eğitimi ile kalmayıp, “boot camp” diye adı geçen, önemli, 4, 6,12 ya da 18 aylık, önemli, sıkıştırılmış eğitimler de veriyorlar. Bu eğitimler artık öyle bir hâle geldi ki, herhangi bir başka üniversiteden mezun olsanız bile, artık bir başka üniversitenin, mesela MIT’nin veya Stanford’ın ya da UC Berkeley’nin, boot camp’ine katılarak kendi hayatınızda yaşam boyu eğitim bir parçası olarak kendinizi geliştirecek yeni teknoloji alanında da fark yaratacak bir eğitimi ve öğrenimi kazanabilirsiniz. Artık eğitimde, öğrenimde ve gerçek anlamda alanların ihtiyacı olan insan kapasitesinin farklılığında büyük değişim var. Asıl amacımız da zaten bu değişimi iyi yakalayabilmek, önceden görmek, tedbir almak, olabildiğince hızlı bir şekilde hazır olabilmek.

Yeni nesil üniversiteleri detaylı olarak anlattığım YouTube videoma göz atabilirsiniz.

Read More

Bu sene, özellikle, İngiltere’de çalışma izninin iki sene daha uzun veriliyor olmasından dolayı İngiltere’ye başvurularda büyük bir artış var. Oxford Üniversitesi bu sene geçen seneye nazaran 2,5 misli daha fazla başvuru aldı. Sadece Türkiye’den değil, bütün, global anlamda pek çok öğrenci Amerika, Kanada ya da Avrupa’ya gitmektense daha çok, tercihlerini İngiltere’den yana kullanmaya başladılar. Bu nedenden dolayı İngiltere’deki üniversiteler de gelen talebi karşılayabilmek için elbette ki kriterlerini birazcık değiştirdi.

 

 

 

 

 

 

Üniversiteler artık özel anlamda IB sınavında high levelda 19 istiyorlar. Yani alacağınız 3 high level dersinizin toplamının 21 yerine 19 olmasını istiyorlar. O yüzden İngiltere, bütün üniversiteler nezdinde farklı bir gündemi daha açmış konumda. Oxford ve Cambridge üniversiteleri ise şu anda tam öğrencilerini interviewlar(mülâkat) için tercih edip, bu anlamda davetlerini göndermiş konumda. Bu da şunu gösteriyor ki özellikle Oxford ve Cambridge’te interview alan öğrencilerin çoğunun birinci derecede SAT skorları 1.460’ın üstünde, ve özellikle de AP’de ya da IB’de belli bir puana sahipler. AP’de ve IB’nin daha da ötesinde, Cambridge ve Oxford’un kendi yapmış oldukları sınavlarda yüksek başarı istiyorlar. Bu nedenden dolayı özellikle interview için çağırılan öğrencilerimizin en çok üzerinde durulduğu konulardan bir tanesi gerçek anlamda kendi alanlarında tüm bu akademik çalışmaların ötesinde, araştırma projelerinde de belli bir noktaya gelmiş olanların tercih ediliyor olması. Interview sonuçlarını göreceğiz. Ama genel anlamda Imperial, UCL gibi dünyanın en iyi global anlamdaki üniversiteleri, Manchester, King’s College gibi diğer bunu takip eden üniversiteler ise kriterler anlamında artık, SAT’ı da ister konumda. Yani siz sadece AB, IB sınavlarına girmeniz değil, aynı zamanda belli bir puan SAT’ınızın da olması gerekiyor. Hatta SAT Subject’leri bile talep ediyor oluyorlar. O yüzden şunu görüyoruz ki, dünyadaki en iyi A+ ya da A- üniversiteler, kendilerini yeniden yapılandırarak,artık ortak; aynı belli sınavları ve belli içerikleri ister konumda. Sizce neden? Çok açık. Bu üniversiteler artık ekonominin, inovasyon ve teknolojinin tam ortasında yer alan üniversiteler olmaları nedeniyle, seçtikleri öğrencilerin de bu kalitede şimdiden hazır olarak gelmiş olmalarını istiyorlar ve bu hazırlık içinde de öğrencilerini en kısa zamanda Ar-Ge projeleri içinde yer almaları istiyorlar. Örneğin Cambridge, yapay zekâ konusunda inanılmaz bir kümelendirme oluşturuyor. Aynı kümelendirmeyi “new media” alanında King’s College ve Manchester’da görüyoruz. UCL ve Oxford ise, özellikle, yaşlanan toplum için inanılmaz anlamda “yaşam bilimleri”nde müthiş bir farklılık oluşturmuş konumda. Özellikle üzerine basa basa duruyorum ki bunun çok dikkat edilmesi gereken bir husus olarak özellikle öğrencileri uyarıyorum. Artık sadece makine mühendisliği, elektrik-elektronik, kimya ya da inşaat gibi mühendislik alanında değil; aynı zamanda mutlaka bunun yanında yabancı dil yeterliği kadar, sizin bilgisayar ya da bilgisayar dilleri konusunda yetkinliğinizi de arttırıyor olmanız lazım. Kısacası, bu son toplantıda da belirtildiği gibi, sadece mühendislik eğitimi, teknikerlik eğitimi gibi görülüyor. Eğer bunların yanında yapay zekâ, makine öğrenmesi “big data” alınmadığı takdirde bunun bir mühendislik olarak nitelendirilmediği göz önünde bulunduruluyor. Bu yüzden İngiltere başvurularında en çok dikkat edilmesi gereken konulardan bir tanesi gerçekte kendinizi hem akademik anlamda yapılandırmanız, hem de IB ile, IB’yi de riske atmamak için AP ile desteklenmiş bir başvuru sürecini yakalamanız, bu süreçler içinde de kendinizi üniversitelerin nezdinde sizi tercih eden mentor’lar tarafından tercih edilme sürecinde yapmış olduğumuz Ar-Ge projelerinizin, employment’larınızın çok ciddi stratejik olarak yapılıyor olması lazım.

Size bundan önce çok çok kez bahsettim. 2020 ve sonrası çok şeyler değişecek. Üniversiteler bu anlamda en kritik yerlere ve en önemli merkezlerin en önemli, can alıcı alanları olacak. Bu nedenle, üniversiteler artık çıkış basamaklarını oluşturan en önemli merkezler. Bu merkezlerde yer almak, bu merkezlerin içinde fark yaratabilmek için ise lise döneminde 9-10-11 ve -son sene çok geç olabilir- belki 12. sınıfın başında çok düzgün hazırlanmak gerekiyor. Bu nedenden dolayı aileleri özellikle uyarıyorum ki, lütfen internet sitelerine bakmakla kalmayın. Uzman ve konusunda gerçekten yetkin olan kişilerle birlikte çalışın. Çünkü bugün pek çok öğrencinin Yanlış bilgilendirmeden ya da yeterince doğru bilgilendirilmemeleri nedeniyle gerçekten açıkta kaldığını ya da istediği üniversiteden kabul alamadığını görüyoruz. Bu nedenle, İngiltere başvuruları tekrardan yapılanmakta, İngiltere başvuruları süreçlerinde özellikle dikkat edilmesi gereken unsurların neler olduğunu çok iyi takip etmek gerekmekte.

İngiltere’de eğitim ile ilgili daha fazla bilgi almak için YouTube videoma göz atabilirsiniz.

 

Read More

21. Yüzyılda bireylerin veya anne ve babalar için çocuklarının gerçekte kendi kabiliyetlerine, bilgi ve ilgi alanlarına göre meslek seçimlerini bilmek en önemli konu oldu. Stratejik Yetenek Yönetimi, 21. yüzyılda bireyin nasıl bir yol haritası izleyerek hayatına devam edeceğini gösteren en önemli unsurlardan bir tanesi. Bize, gerçekte yol haritası verirken, kendi ilgi alanlarımız, bilgi ve becerimize göre meslek seçimimizin neler olduğunu gösteriyor ve aynı zamanda memnuniyet oranımızı artırıyor.

 

 

 

 

 

 

Bireyin veya anne-baba iseniz çocuklarınızın gelişim alanlarını biliyor olmanız lazım. Aynı zamanda mesleki yetkinlik ve yatkınlıklarını da görmeniz gerekiyor. Bu süreç içinde hangi ülkede, hangi okulda ve bölümde okuyacağınıza da karar veriyor olmanız lazım. Eğitim dünyası, herkese aynı muameleyi yapıyor. Ama aslında bizim öğrenme şekillerimiz ve bunları tekrarlayarak pekiştirme biçimlerimiz farklı. 21. Yüzyılda tüm bu öğrenmenin yanı sıra bir de dijital dünyayı dengelemeniz gerekiyor. Özellikle öğrencinin “extracurricular” diye tanımladığımız, diğer okul dışı faaliyetlerinin de neler olduğuna karar vermemiz gerekiyor. Mesela müzik, sanat, spor veya drama, dans; bunlardan en önemlileri. Bu extracurricular yani okul dışı aktivitelerin de bireyin gelişimi açısından doğru tercih edilmesi gerekiyor.

Tüm bunları düzenledikten sonraki en önemli alan ise bireyin performans alanının belirlenmesi. Bireyler performans alanı olarak öğrencilik sonrasında temel olarak beş alanda faaliyet gösteriyorlar. Ya gerçekten girişimci olup kendi işyerlerini açıyorlar, ya profesör yönetici olup bir yerde çalışıyorlar, ya da araştırma-geliştirme(AR-GE) içinde yer alıp akademisyen olabiliyorlar. Bugün aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarında yer almak da bir başka performans alanı. Bugün bunlardan sadece bir tanesini değil, belki birkaç tanesini bir arada yapıyor olabilirsiniz. O yüzden bireyin memnuniyet alanını artırabilmek için performans alanını biliyor olmak lazım. Özellikle Z Kuşağı, bu anlamda en fazla sıkıntı çeken kuşak. Z Kuşağı’ndan daha önce bahsetmiştim. Farklı bir kuşak. O yüzden çalışma alanları için gerçekten doğru alanların tespit edilmesi lazım. Stratejik Yetenek Yönetimi’nde de en önemli ajandalarından bir tanesi bu.

Tüm bunları bilirken özellikle 21. yüzyılda hangi sektörlerin geliştiğini de bilmemiz gerekiyor. O yüzden Stratejik Yetenek Yönetimi, bilim haritalarını kullanarak, dünyada bugün ve gelecekte hangi alanların ön plana çıkacağını söylüyor. Gerçek anlamda 2020-2030-2050-2100’leri düşünerek Stratejik Yetenek Yönetimi’ni kullanıp, kendi hayatınızı yönlendiriyor olmanız gerekiyor. Bu kadar büyük düşündükten sonraki en önemli ajanda ise, bunları özellikle küçük planlar halinde takip edebilmek. O yüzden biz 3-6-12-24-48-72 ay içindeki süreçleri 3’er aylık süreçlerde takip ediyoruz. Bu vizyon çerçevesinde bireyin eksiklikleri belirleniyor ve aynı zamanda geliştirmesi gereken alanları Vygotsky’nin söylemine göre, tamamlanması sağlanıyor. Tüm bunların asıl sebebi, gerçekte bireyin daha faydalı hâle gelmesi, memnun olabileceği, değer üretebileceği bir alanı bulmak. Ve bu sayede, kendini tanıyarak, kendi bulunduğu ortam ile beraber daha iyi bir vizyon ve daha iyi bir gelecek gerçekleştirebiliyor.

Biz, tüm bu süreçler sırasında bireyin, bireysel anlamdaki gelişimini de göz önünde bulunduruyoruz. Her birimizin gerçekte dört tane bedeni var: Fiziksel, duygusal, zihinsel ve inanç bedenlerimiz de dikkate alınarak Stratejik Yetenek Yönetimi’ne, birey gelişimine yön vererek bir yol haritası izleniyor. Bireyin bütün bu bireysel taraflarına bakıldıktan sonra etrafındaki mikro sistem de göz önünde bulunduruluyor. Bu yüzden, bu süreçte Stratejik Yetenek Yönetimi aynı zamanda anne ve babalara da inanılmaz önemli bir yol haritası veriyor. Sadece çocuğunuzu anlamakla kalmıyorsunuz, çocuğun da aynı zamanda anne ve babasını anlamasını sağlayacak bir ortam yaratıyorsunuz. Bireysel ve mikro yapının dışında, etrafımızda daha büyük, bizi indirekt etkileyen bir makro sistem var. Makro sistem; sosyo-ekonomik, politik, teknolojik, çevresel değişimleri anlatıyor. Finansal yeterlilikler, ekonomik farklılıklar, döviz farklılıkları birçok tercihimizi etkileyebiliyor. Biz bu süreçler içindeyiz. O yüzden, öğrencinin hedeflerine göre, burs oran ve imkânlarını da düşünüyor ve buna göre yapılandırıyoruz.

Özellikle “ilkel beyin”diye tanımladığımız, korkular ve kaygıları da göz önünde bulunduruyoruz. Kısacası Stratejik Yetenek Yönetimi, bireyin IQ ve EQ’sunu devreye alarak, onun ilkel beynini de göz önünde bulundurarak bireyi bütünsel olarak değerlendiriyor.

Stratejik Yetenek Yönetimi, 21. yüzyılda birey veya anne-babalar için kendi çocuklarına ellerinde bir referans noktası oluşturması adına çok önemli bir kaynak. Bu sadece fotoğraf çekmiyor. Aynı zamanda bireyin 3-6-12-24 ay sonra ya da 5 yıl sonraki süreçlerini de takip etme imkânını sağlıyor. Bu bize aslında gerçekten birey hakkında çok ciddi detaylı bilgi sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda onun geleceğinin daha iyi olması için yapılandırılmış bir sistem sunuyor.

Daha detaylı bilgi almak için YouTube videoma da göz atabilirsiniz.

Read More