Monthly Archives Eylül 2020

Üniversitede yapılması gerekenler nelerdir? Üniversite dönemi nasıl planlanmalı? Üniversitede, seçtiğiniz, kabul edildiğiniz ya da kazandığınız bir bölümde okuyorsunuz. İstediğiniz bir üniversitenin ekosisteminde yer alıyorsunuz. Öğrenimin yanı sıra, bulunduğunuz ortamın içinde belli bir eğitimin parçası oluyorsunuz ve bu atmosfer içinde kimliğinizi buluyorsunuz. Üniversite dönemi bu anlamda oldukça önemli…

Bugün, 2020’li yılların başında, öğrencilerin en büyük sıkıntılarından bir tanesi, Kariyer planlanması nasıl yapılmalı?” sorusuna cevap bulamıyor olmaları…  Üniversiteden mezun olunan dönem aslında bireyin hayatı yeniden sorguladığı bir döneme denk geliyor. Amerika’da bu dönem “diş çıkarma yaşı” olarak adlandırılıyor. Bu yüzden Amerikan Üniversiteleri ilk iki yıl için “liberal arts” derslerine ağırlık veriyor ve son iki yıl da kendi alanınızda ihtisaslaşarak belli bir odaklanmayı sağlamanıza olanak veriliyor.

Stratejik Yetenek Yönetimi Neden Önemli?

Eğer bu tür bir eğitim sistemi içinde değilseniz ve bölümünüzle ilgili kaygılarınız varsa, “Acaba bu bölümü okumalı mıydım?”,  “Mühendis olmalı mıydım yoksa tıp mı okumalıydım?” gibi sorular aklınızı kurcalamaya başlıyor. Fakat, eğer lise döneminde stratejik yetenek yönetiminden geçtiyseniz; bu sorgulamaları çok daha az düzeyde yapıyorsunuz. Peki; neden stratejik yetenek yönetimi bu kadar önemli? Çünkü; stratejik yetenek yönetimi bilinçli bir şekilde yapıldığında, gelişim alanınızı, mesleki yatkınlığınızı, oynayacağınız rolleri belirliyor ve sizi rakiplerinizin önüne taşıyor.

Peki, ya stratejik yetenek yönetiminden geçmediyseniz? O zaman üniversitede yapılması gerekenler ve üniversiteye başlama aşamasında işler karışabiliyor. Hangi alana gideceksiniz? Master mı yapmalısınız yoksa iş hayatına mı girmelisiniz? Yoksa, akademisyenlik, Ar-Ge, inovasyon, girişimcilik gibi alanlara mı yönelmelisiniz? Kendinizi bu sorularla karşı karşıya bulacak ve fikir değiştiriyor olacaksınız. Bu sebeple bu konu oldukça önemli…

Üniversitede Yapılması Gerekenler: Nelere Dikkat Etmelisiniz?

Üniversitede yapılması gerekenler konusunda dikkat etmeniz gereken bazı noktalar var. Öncelikle, ilk üç ay hayatınızın gidişatını gözlemleyin. Bulunduğunuz üniversitenin ve bölümün kendi içinde nasıl bir yapısı olduğunu fark edin. Panik yapmadan durumu tahlil edin. Sizin üniversiteye gitmenizin ana sebeplerinden bir tanesinin sadece bilgi edinmek değil alanınızda yetkinlik kazanmak olduğunu unutmayın. Teknik, bireysel, sosyal ve evrensel anlamda yetkinliklerinizi tartarak kendinizi geliştirme amacında olmanız gerekiyor. Kaliteli bilginin özümsenerek içselleşmesi ve uygulanabilirliği önem taşıyor.

Üniversitede yapılması gerekenler arasında elbette grup çalışmaları içinde yer almak var. Özellikle de alanınızda faaliyet gösteren kulüplerin içinde mutlaka bulunmalısınız. Bunun dışında, eğer varsa üniversitenizin iş dünyasına sizi entegre edebilecek olan iş bulma ofisleri, kariyer ofisleri ile beraber çalışın. Network’ünüzü olabildiğince genişletin. Mutlaka alanınızla ilgili donanımınızı arttırabilecek önemli kaynaklardan beslenin ve kendinizi geliştirin. Alanınızla ilgili dergiler, alanınızla ilgili kitaplar da inanılmaz önemli… Bunlar, üniversitede yapılması gerekenler anlamında ilk yıllar içinde özellikle üzerinde durmanız gereken konular…

Özellikle alanınızın değişik alt kollarında kendinizi geliştirmelisiniz. Hocalarınızla ve asistanlarınızla olan ilişkilerinizi güçlendirin. Çünkü; yaşadığımız yüzyılda online eğitimin revaçta olduğu bir dönemde akademisyenler ile irtibatta olmanız; size onların bilgi, birikim ve tecrübelerinden yararlanma olanağı verecektir. Bununla da kalmayın, aynı zamanda özellikle de mezunlar konusunda belli bir araştırma yapın. Bölümünüzden mezun olmuş kişilerin hangi yönlere doğru gittiğini nasıl bir devinim geçirdiklerini, hangi alanlara yoğunlaştıklarını da göz önünde bulundurun.

Üniversitede Yapılması Gerekenler: Staj Yapmak Avantaj Sağlıyor Mu?

Bu süreçte bir diğer önemli soru; “Staj yapmalı mıyım?” sorusu…  Elbette ki bu iş staj olmadan olmaz. O yüzden her yazınızı, her boşluğunuzu, isterseniz remote/uzaktan, isterseniz part-time ya da yazın veya aralarda full-time gerçekleştirecek şekilde değerlendirin. Yapacağınız stajlar sizin iş başvurularınız ve iş yaşantınızda nasıl bir konumda olmak istediğiniz, neleri yapıp yapamadığınız konusunda size fikir verecektir.

21.yüzyılın belli yetkinliklerini, belli teknik alanlarını biliyor olmanız gerekiyor. İş başvuru sürecinizin tamamen iyi bir donanımla, iyi bir stratejiyle ve iyi bir planlamayla gerçekleşiyor olması gerekiyor. Fırsatları iyi kullanıp, iyi değerlendirmeniz; size, alanda fark yaratmak ve istediğiniz memnuniyeti, hazzı yakalayarak başarılı olabilmenin anahtarını da veriyor.

Üniversitede yapılması gerekenler, stratejik yetenek yönetimi, üniversite ve alan seçimi, kariyer planlaması gibi konularda merak ettikleriniz ve sormak istedikleriniz için Doç. Dr. Gamze Sart ile iletişime geçebilir, Youtube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More

21. yüzyılın ilk çeyreğinde, ortak çalışma alanları oldukça popüler olmaya başladı. Özellikle 1960’lardan sonra başlayan kübik sistem, bugün tamamen değişmiş durumda. Verimlilik artsın diye soyutlanan insanlar, bugün birlikte çalışıyorlar ve birlikte üretiyorlar.

Yapay zekanın devreye girdiği bu çağda çalışma ortamları değişiyor ve değişmesi de gerekiyor. Mekan, imkan veriyor. İmkan ise mümkün kılıyor. Ortak çalışma alanları, her ne kadar birtakım gruplar tarafından eleştirilse de, doğru bir şekilde planlandığında ve tasarlandığında tahminlerin de ötesinde verimlilik ve başarı sağlıyor.

İlk teknoloji ve inovasyon çalışmaları garajlarda ortaya çıkmaya başlamıştı. Garajların, en önemli avantajı, insanlara ev rahatlığını sağlıyor olmasıydı. Ev ortamına yakın olan bir ortamda birey çok daha uzun saatler çalışabilmekte ve kendini yorgun hissetmemekteydi. Bugün inovasyon, teknoloji ve startuplarla ilgilenen pek çok kişinin ofislerinde aynı çizgiye ve aynı profile rastlıyoruz.

Amerika’da “WeWork” diye tanımlanan aynı zamanda kolektif bir çalışma ortamının bireylere sunulduğu ortamın örneklerini Türkiye’de; Kolektif House, Habitat ve Atölye İstanbul’da görmekteyiz. Kadıköy Belediyesi de benzer şekilde açık bir ofis oluşturarak pek çok gencin, pek çok startup’a çalışma alanı sağlıyor.

Neden Bu Alanlar Tercih Ediliyor?

Peki; neden bireyler bu mekanlarda çalışmayı tercih ediyorlar? Bu noktada elbette ki mekânın esnekliği önem taşıyor. Neredeyse 7/24 açıklar. İstediğiniz saatte kendi anahtarınızla ya da kendi şifrenizle giriş yapıp, çalışma şansına sahipsiniz.  Özellikle Z kuşağı belli bir otoriteye bağlı kalmadan özgürce hareket etmek istediği için özellikle bu tür ortamları tercih ediyor. Bu mekanlar farklı ilgi alanlarından birçok insanla tanışıp, network sağlamanıza da imkan veriyor. Bu alanların bir diğer önemli özelliği ise maliyet… Pek çok startup ayakta kalabilmek için ofis maliyetlerini düşürmek istiyor. Bu sebeple; bu tür alanlar startuplar için vazgeçilmez hale geliyor.

Ortak çalışma alanları birbirini tamamlayan ve pek çok zaman birbirine ilham veren pek çok startup ve freelancer’dan oluşuyor. Genellikle birbirlerinin müşterisi oluyor ya da birbirlerine müşteri sağlıyorlar. Yapılan etkinlikleri ve trendleri doğal olarak takip ediyorlar. Buna ek olarak; elbette; bu mekanlar size ve markanıza prestij sağlıyor. Bu tür ortamlarda startupların da daha hızlı geliştiklerine, daha hızlı verimli hale geldiklerine şahit oluyoruz.

Ortak Çalışma Alanları Nasıl Tasarlanmalı?

Peki; ortak çalışma alanları nasıl tasarlanmalı? Öncelikle insan yapısına uygun olarak düzenlenmeli ve yapılandırılmalı. İlk olarak mekan tasarımı noktasında boşluğa ve genişliğe önem verilmesi gerekiyor. Genellikle olabildiğince az kolon ve az duvardan oluşuyor. Bu mekanlar, olabildiğince yalınlık prensibi içinde tasarlanıyor. Genellikle çevreye duyarlı malzemeler tercih ediliyor. Esneklik ve değişime olanak verilmesi gerekiyor. İki önemli ana değer var. Birincisi şeffaflık. İkincisi ise hesap verilebilirlik… Yalnızca ortak bir paylaşım değil; ortak bir amaç da söz konusu.

Mitchel Resnick’in, son kitabı Lifelong Kindergarten’de bahsettiği gibi yaratıcılığımızı kaybetmemek için içimizdeki çocuğun her zaman canlı olması gerekiyor. Ortak çalışma alanlarında yaratıcılığı daha fazla artırabilmek için oyun alanları yer alıyor. Buradaki amaç, coşkuyu arttırabilmek ve oyun oynarken hata yapma risklerini azaltıp rahatlayabilmek.

Ortak çalışma alanları genellikle etkinlik alanlarına sahip oluyor. Bu etkinlik alanları aslında ortak arenalar. Bunlar, sadece konferans ya da söyleşiler değil; atölyelerin de oluşturduğu alanlar… Bu alanlar aslında bireyin yeni bir sosyal ortam yaratabilmesine ve farklı alanlarda çalışabilmesine de olanak sağlıyor. Mekan tasarımı ile ilgili daha detaylı bilgi edinmek isterseniz, Stanford D.School tarafından yayımlanan “Mekan Yaratmak” adlı kitaba göz atabilirsiniz. Konu hakkında sormak istedikleriniz için Doç. Dr. Gamze Sart ile iletişime geçebilir, YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More

Amerika’da lisans eğitimi almak son dönemde oldukça popüler bir hal aldı. Bu noktada; Amerika’yı iki ayrı bölge olarak nitelendirmek gerekiyor. Birincisi East Coast, diğeri ise West Coast… East Coast’taki üniversiteler ile West Coast’taki üniversiteler arasında bazı farklar bulunuyor. Bu sebeple; Amerika’da lisans eğitimi almak isteyen öğrencilerin, öncelikle bölüm seçimi yapmaları ve tabii ki hem East Coast’tan hem de West Coast’tan üniversite seçimi yapmalarını sağlamak gerekiyor.

Ancak unutmamalı ki; bu noktada, dikkat edilmesi gereken en önemli konu seçilecek olan platformlar. Bildiğiniz üzere en büyük platform: Common App. Stanford, USC ve özellikle Ivy Leagues; Harvard, Princeton, Yale, Columbia, UPenn gibi iyi üniversitelerin birçoğu Common App’te yer alıyor. Common App aslında stratejik bir platform. Çok düzgün doldurulması gerekiyor.  Bu platformun dışında, UC okulları var. Özellikle University of California’nın 9 tane üniversitesi tek bir platformda yer alıyor.

Özellikle Illinois bölgesinin ayrı bir platformu olduğu gibi, California’daki state üniversitelerinin de platformları farklı. Pek çok eyaletin kendi platformları olsa da aslında teke tek başvurular yapılıyor. Bunların başında Pratt gibi, Penn State gibi üniversiteler var. Bu üniversitelerin başvuruları kendi web siteleri üzerinden yapılıyor.

Amerika’da Lisans Eğitimi: Başvurular sırasında Dikkat Edilmesi Gerekenler

Başvurular sırasında dikkat edilmesi gereken en önemli konu şu; bölüm seçimi konusunda nasıl hareket etmeniz ve ne tarz bir bölüme başvurmanız gerekiyor? Amerika’da lisans eğitimi başvurularınızı yaparken en çok dikkat etmeniz gereken konulardan bir tanesi, gideceğiniz bölümün hangi alanda iyi olduğunu ve sıralamada nerede olduğunu iyi biliyor olmanız… Seçeceğiniz bölümün özellikle seçeceğiniz üniversite ile paralel olması gerekiyor. Yalnızca üniversite iyi bir isme sahip olduğu için değil; seçeceğiniz alanda iyi bir eğitim verdiği için tercih etmelisiniz. Değer üretebileceğiniz ve 21. yüzyılın ihtiyaçlarına cevap veren bölümleri tercih etmeniz önem taşıyor. Bu noktada aslında stratejik yetenek yönetimi devreye giriyor.

Bugün üniversiteleri farklı jenerasyonlar adı altında sınıflandırabiliyoruz. 3. nesil üniversiteler, Araştırma-Geliştirme ve İnovasyon alanında çok iyi iken; Stanford, MIT gibi üniversitelerin de aralarında bulunduğu 4. nesil üniversiteler toplumsal değişimi sağlayan ve üniversite-sanayi iş birliğinin ötesine taşınan üniversiteler olarak biliniyor. Bu sebeple daha iyi bir eğitim ve toplumsal değer üretebilmek adına; tercihinizi Amerika’daki 3. nesil ve 4. nesil üniversiteler için kullanmanız gerekiyor.

Tercih Ettiğiniz Üniversite Sizi Hedeflerinize Ulaştırmalı

Üniversite seçimi, mesleki ve akademik anlamda bilgi ve beceriye sahip olmak için yapılıyor. Bu sebeple, gideceğiniz okulun akademisyenleri de oldukça önemli. Buna ek olarak; üniversitenin aldığı hibe ve bu hibenin kullanıldığı araştırmalar da bir o kadar önem taşıyor. Bu sayede sağlayacağınız network, sizin mesleki ve bireysel anlamdaki gelişiminizin yanı sıra; sizi başarıya götürebilecek, mutlu olabileceğiniz, hedeflerinize ulaşabileceğiniz pek çok yeni alanda da çalışmanıza da olanak verecek.

Tüm bu nedenlerle tercih edeceğiniz üniversitenin, hangi düzeyde, hangi yapıda olduğunun yanı sıra; isteklerinizle ne kadar uyumlu olduğu ve size ne kadar iyi bir platform oluşturup hedeflerinizi gerçekleştirme noktasında size ne kadar yardımı olacağına da bakmanız gerekiyor.

Amerika’da lisans eğitimi, üniversite ve bölüm seçimi, 21. yüzyılda öne çıkacak alanlar, stratejik yetenek yönetimi ve eğitime dair merak ettiğiniz her şey için Doç. Dr. Gamze Sart ile iletişime geçebilir, YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More

2020 ve sonrasında eğitim teknolojileri büyük bir değişime uğrayacak. Peki; geleceğin eğitim teknolojilerinde nelerle karşılaşacağız? Eğitim teknolojilerindeki değişim, ortaokul, lise ve üniversite eğitimini nasıl etkileyecek?

Geleceğin Eğitim Teknolojileri: Hareketli Grafikler ve Dijital Öykü

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; günümüzde öğrencilerin pek çoğu, öğretmenler yerine internetten; YouTube ve benzeri platformlardan öğrenmeyi tercih eder duruma geldi. Öğretmenlerin ve klasik öğretme biçimlerinin yerini Motion Graphics (Hareketli Grafikler) ile anlatılan dersler almak üzere.  Peki; nedir bu Motion GraphicsMotion Graphics; grafik ve animasyonu birleştiren bir teknik. Grafik tasarımların oluşturulması ve ardından Affer Effects, Nuke, Fusion gibi programlarla hareketlendirilmesiyle Motion Graphics videoları oluşturuluyor.

Buna ek olarak; birkaç yıldır özellikle ilkokul ve ortaokullarda Dijital Öykü derslerde önemli bir yere sahip. Dijital öykü, hareketli grafiklere benzer biçimde ses, resim, video gibi araçlardan yararlanarak öğrencilerin daha kolay ve hızlı öğrenmeleri için oluşturulmuş birkaç dakikalık animasyonları tanımlamak için kullanılan bir kavram.

Makine Öğrenmesi ve Yapay Zeka

Eğitim teknolojileri ve meydana gelen tüm bu değişimler, öğrencilerin eksiklerinin de dijital platformlarda tespit edilmesine olanak veriyor. Öğrenciler dijital platformlar aracılığıyla değerlendiriliyor, test ediliyor, eksik yönleri ve bu eksikliğin kaynağı tespit edilip, giderilmesi mümkün olabiliyor.  Eğitim teknolojilerinin dönüm noktası da işte tam burada başlıyor. Özellikle standardize testler yerine dijital platformların kullanılması artık kaçınılmaz bir durum.

Bu alanda tahminlerin çok daha ötesinde bir hızla data oluşmasından dolayı artık şirketler için en önemli unsurlardan bir tanesi; eğitim teknolojilerinde Machine Learning (Makine Öğrenmesi) ve AI (Artificial Intelligence / Yapay Zeka) kullanmaya başlamaları… Peki bu durum ne gibi bir avantaj sağlayacak? Makine Öğrenmesi ve Yapay Zekanın yaratacağı fırsatlarla öğrenciler çok daha hızlı ve iyi öğrenme imkanı bulacak.

Online eğitim anlamında da değişim ve gelişimin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Gelişen ve değişen eğitim teknolojileri, az öncede sözünü ettiğimiz gibi öğretmenlerin pozisyonları açısından da önemli değişimler yaratacak. Bu anlamda öğretmenlerin eğitimlerini revize edip kendilerini eğitim teknolojileri konusunda etkin ve yetkin hale getirmeleri artık bir zorunluluk haline geldi. Artık yalnızca online eğitim yapmak bir anlam taşımıyor. Sunulan değerlendirmeler göz önünde bulundurularak bu alana yönelik iyileştirmeler yapılıyor olması da önemli bir konu.

Geleceğin Eğitim Teknolojileri: Sanal Öğrenme

Geleneksel öğrenme biçimleri, geleneksel öğretme ortamlarında uygulanmaya devam ediyor. Yani öğrenciler ve öğretmenler, sınıflarda, okul binalarında, klasik yöntemlerle bilgiye ulaşmayı sürdürüyorlar. Bugün hala en yaygın eğitim anlayışı geleneksel anlayış. Ancak son dönemlerde teknolojinin geldiği nokta eğitimi zaman ve mekandan bağımsız kılmaya başladı. Sanal öğrenme kavramı tam da bunu ifade ediyor. Öğrenciler ile eğitimcilerin bir araya gelebildiği çevrimiçi bir öğrenme ortamı ve sistemi…

Biyoloji, kimya, fizik alanlarından örnek verecek olursak… Laboratuvarların çok pahalı olması nedeniyle liseler artık tıpkı üniversitelerde olduğu gibi sanal laboratuvarlarda çalışmalarını yürütüyor. Öğrenciler artık hybrid öğrenme modeli ve karma öğrenme modeli (blended learning) olarak anılan yöntemlerle farklı laboratuvar ortamlarını, sınıf ortamlarını evinin rahatlığında seyredebilir konuma geliyor. Peki; bu durum nasıl bir avantaj sağlıyor? Özellikle maddi imkanları yetersiz okulların ya da öğrencilerin, kaliteli bir laboratuvar ortamının getirdiği olanaklarla hızlı, düşük maliyetli ve kaliteli bir eğitim almasına imkan veriyor. Bu durum aynı zamanda eğitimde herkes için ulaşılabilirlik sağlıyor.

Bu teknolojiler eğitimi çok daha etkin hale getiriyor. K12’den çıkan öğrenci dünyanın en iyi üniversitelerinde 1. ve 2. Sınıfta alabileceği dersleri almış, üniversite eğitiminde karşılaşacağı laboratuvar ortamıyla lise eğitimi sırasında karşılaşmış oluyor. Peki; bunun öğrenci için nasıl bir faydası var? İşte bu oldukça önemli bir nokta… Öğrenci, yüksek öğrenimde, inovasyon ve teknoloji alanında daha ileri bir noktaya gelme ve farklı başarılara imza atıyor olma şansı bulabiliyor.

Çoklu Zeka Kuramı

Burada bir konunun daha altını çizmek gerekiyor. Öğrencinin tüm bu süreçlerle birlikte pratik edinmesi de büyük önem taşıyor. Yani öğrencinin teorik anlamda edindiği bilgiyi pratiğe de adapte ediyor olması gerekiyor. Öğrencinin üzerinde çalıştığı bir konuyu inceleyip, eksiklerini testip edip, elde ettiği verileri makine öğrenmesi ya da yapay zeka ile daha iyi hale getiriyor olması önem taşıyan bir nokta.

Öğrencilerin, Amerikalı Gelişim Psikoloğu ve Profesör Howard Earl Gardner’ın geliştirdiği Çoklu Zeka Kuramı’ndan yola çıkarak kendi bireysel gelişimlerini, yetenek ve gelişim alanlarını tespit edip, kendi alışkanlıkları ve öğrenme biçimleri doğrultusunda ilerlemeleri gerekiyor. Gardner’ın yaklaşımına göre insan zekası farklı alt kategorilere ayrılıyor. 8 farklı alt kategori bulunuyor ve bu kategoriler insanın zekasını hangi alanlarda daha etkin kullanabildiğini belirleyebiliyor ya da sınıflandırabiliyor. Çoklu Zeka Kuramı her insanın yetenek alanlarının farklı olduğunu ve her insanın zekasını kendine özgü biçimlerde kullandığını ileri sürüyor.

Öğrencilerin yetenek alanlarının ve öğrenme biçimlerinin farkına varması, az zamanda kaliteli doğru dersler alarak ve eksiklerini daha rahat ve hızlı biçimde tamamlayarak eğitim aldıkları alanlarda uzmanlıklarını arttırmalarına olanak veriyor. Eğitim teknolojileri artık eğitimi genele değil bireysele yöneltiyor.

Stratejik Yetenek Yönetimi Önem Taşıyor

Stratejik yetenek yönetimi bu anlamda kıymetli bir konu… Öğrencinin kendi yetenek alanını, gelişim alanını bulması, mesleki yatkınlık oluşturması ve daha da önemlisi öğrenme hızını ve şeklini keşfetmesi kritik bir konu. Tabi buna ek olarak; yeni eğitim teknolojileri ile beraber eğitim platformlarında bilgi kirliliği meydana geleceği de bir gerçek. Bu sebeple; doğru bilgiyi hangi kaynaktan alacaklarını da tespit ediyor olmaları oldukça önemli. Bu bağlamda, konunun uzmanlarıyla ve akademik danışmanlarla çalışmak önem taşıyor. Geleceğin eğitim teknolojileri hakkında daha detaylı bilgi ve danışmanlık için Doç. Dr. Gamze Sart ile iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Bir buluşunuz var. Ve bu buluşu nasıl koruyacağınızı bilmiyorsunuz. Buluşunuzu korumak için neler yapmalısınız? Patent nedir? Günümüzde ülkeler, firmalar, üniversiteler patente çok önem veriyor. Patent 21. yüzyılın en önemli inovasyonu koruma aracı. Patentler aynı zamanda ülkelerin, şirketlerin, üniversitelerin belli bir şekilde inovasyon ve teknoloji anlamındaki seviyesini de gösteriyor. Ama illa ki patent de gerekmiyor. Mesela Coca Cola.

Fikrini gizli tutuyor ve patent almıyor. Patent alsa bütün fikri ortaya çıkacak. O yüzden bu fikir gizlilik içinde kalıyor ve belli bir şekilde patent almadan da fikrin korunmasını sağlıyor. Öte yandan Elon Musk, Tesla arabalarının patentlerini almayarak bilgiyi ve fikri açık tutuyor. Amaç ne? Elektrikli arabaların daha hızlı bir şekilde yayılmasını ve yaygınlaşmasını sağlamak. Patentlerin asıl olarak bir fikrin korunmasını ve aynı zamanda o fikrin üzerine bir şekilde bir gelişim ve birikim sağlanmasını da amaçlıyor.

Patent Nedir? Ne İşe Yarar?

Patentler sanayileşmenin yaygınlaşmasıyla yeni ürünlerin kullanım hakları konusunda ortaya çıkan ihtiyaçlarının bir sonucu. Buluş yapmaya özendirmek, yenilikleri ve yaratıcılığı teşvik etmek ve buluşlarla elde edilen teknik çözümlerin sanayide uygulanması amacıyla buluşun kullanma hakkının kime ait olduğunu gösteren resmî bir belgedir patent. Patent ile amaçlanan, bir buluşu ya da yeni bir ürünü ortaya çıkaran kişinin bu buluş ve ürün üzerindeki haklarını güvence altına almak demek. Buluşların sadece noter kanalı ile korunması veya noter evrakları ile hak iddia edilmesi mümkün olmuyor. Hukukî olarak hak iddia edebilmek ve izinsiz kullanımları durdurabilmek için tek geçerli yol patent belgesi alınması. Çünkü sadece patent başvurusu ile buluşun yeni olup olmadığı, önceden başka biri tarafından bulunup bulunmadığı anlaşılabilmektedir. Patent genellikle sadece alındığı ülkede geçerlidir.

Bir buluşun tüm dünyada uluslararası şartlarda geçerli bir patentinin olabilmesi için farklı bir başvuruya ihtiyaç vardır. Dolayısı ile Türkiye’de alınmış bir patent sadece Türkiye içinde sahibine hak sağlamaktadır. Patent İş Birliği Anlaşması dahilinde, tek bir başvuru ile birden fazla ülkede patent alınabilmektedir. Yabancı bir ülkede patent alınmak isteniyor ise, o ülkenin ilgili patent kurumuna başvurulması veya gerekli olan merciye yani Dünya Patent Örgütü ya da Avrupa Patent Örgütü gibi bir örgüte başvurmak gerekmektedir. Aslında bütün bunları tek çatı altında toplayan terim; Fikrî ve Sınaî Mülkî Haklar olarak biliniyor. Fikrî ve Sınaî Mülkî Haklar kavramında “patent” ile “marka” genelde karıştırılıyor. Marka bir ürünün isminin alınıp tescillenmesi ve o ürünün belli bir şekilde o bölgede ya da global anlamda korunmasını içeriyor. Halbuki patent öyle değil. Patent; o ürünün teknik özelliklerini istemler bazında göstererek nerede, nasıl, ne şekilde ve ne zaman kullanılacağını gösteren teknik bir belge.

Buluş ve Patent

İhtisaslaştığınız bir alanda bir problemi daha kısa bir sürede veya daha farklı bir şekilde çözüyorsanız bu bir buluş demektir. Eğer farklı bir problemi daha önce bulunmuş bir buluş ile çözüyorsanız da bu bir buluştur. Bunun bir örneği Viagra mesela. Viagra farklı bir problemi, farklı bir hastalığı çözmek için bulunmuşken, bu ürün farklı bir nedenden dolayı kullanılmaya başladığında bunu yeni bir patent ile lisanslamak mümkün oluyor. Buluşun, belli bir şekilde, farklı bir problemi daha, tekrarlanabilir şekilde çözüyor olması gerekiyor.

Buluşun en önemli vasfı teknik bir özelliğe sahip olmasıdır. Sadece fikir aşamasında kalan değil, bu buluşun aynı zamanda teknik anlamda bir özellik sahibi olup, bir sorunu çözmesi gerekiyor. Buna en iyi örneklerden bir tanesi: Zaman Makinesi. Bugün Google Patent’te bile zaman makinesi var. Ama patent için başvurmuş olsa bile bu ürün aslında lisanslanabilir bir ürün değil. Neden? Çünkü zaman makinesi her ne kadar fikrî olarak yer alsa da lisanslanması çok güç. Çünkü tekrarlanması veya gerçekten hayata geçirilmesi çok zor.

Patent Nedir? Hangi Buluşlar Patentlenebilir?

Bir buluşun patentlenebilmesi için mutlaka yenilik basamağına sahip olması ve bakıldığında dünya çapında yenilik içermesi gerekiyor. O yüzden genelde patent başvurusu yapmadan önce dünya çapında araştırma yapılır. Dünya çapında araştırma yapılırken gerçekten o buluşa benzer patentler araştırılır ve bakılır. Genelde bu patentler alınarak, patent yazılırken ya da yeni bir patentin üzerinde gerçekten farklılık yaratmak istenirken söz konusu patentler referans alınarak daha iyileştirilir. Bugüne kadar yapılan tekniğin daha ötesinde bir basamağın yer alması gerekiyor. O yüzden tekniğin, yenilikçilik getiren buluşun özellikle tanımının yani istemlerinin basamak basamak çok iyi anlatılması gerekiyor. Her patent sanayiye uygulanmıyor. Ama aslında aranan patent tarzı lisanslanabilir patent. Yani mümkün olabildiğince yaşama geçirilen, sanayide uygulanan patentler aslında kıymetli patentler.

Patent Nedir? Neler Patentlenemez?

Peki, neler patentlenemez? Genel ahlaka aykırı ya da etik değerleri çiğneyen buluşlar ve fikirler patentlenemez. Bitki ya da hayvan türlerinin çoğaltılması ile ilgili buluşlar veya fikirler yine patentlenemez. Ama bu arada, genetiği ile oynanıyor ise ya da farklı tohumlar oluşturuluyor ise bunlar patentlenebiliyor. Bu da aslında bu konunun sakıncalı bir yeri. Ürün patentlendiği için bir başka ülke ya da kurum tarafından üretilemediği için birtakım sakıncalara sebebiyet verebiliyor. Patent kanunlarında her ülkenin ve de dünyanın belli açıkları var. O yüzden o açıklar vasıtasıyla belli ülkelerde patentler verilebilir, bazı fikirler korunabilir ya da delinebilir. Keşifler ve matematiksel teoriler de patentlenemiyor. Özellikle soyut kavramı patentlemek gerçekten çok zor. Edebiyat ve sanat eserlerini patentlemek de mümkün olmuyor.

Ama ne zaman ki belli bir şekilde bir teoriyi, bir araca, gömülü yazıma dönüştürüyorsunuz; veya belli bir sanat eserini dijital kopya ya da farklı bir kullanım için hazırlıyorsunuz; o zaman o ürün patentlenebiliyor. Çok yakın zamana kadar kodlamalar veya algoritmalar da patentlenmiyordu. Ama son dönemdeki büyük değişimle beraber özellikle yapay zekâdaki değişimler ve algoritmaların patentlenmesi çok ciddi yeni bir ajanda oluşturdu ve patent kurumları artık algoritmaları da patentler konuma geldi. En önemli konulardan bir tanesi de şu: İnsanî değerler açısından, insanî anlamda yapılan ameliyatlar, cerrahi müdahaleler veya tedaviler de patentlenemez konumda. Akıllı telefonların kendisi patent olarak yer alırken, akıllı telefonlarda kullanılan uygulamaların bir kısmı, web sitesi tasarımları veya sanat eserleri, edebiyat eserleri, Fikrî ve Sınaî Mülkî Haklar içinde Fikrî Haklar başlığı altında yer alıyor.

Patent Nasıl Alınır?

Patent alımı için stratejik bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Patent alımında en önemli basamak, o patentle alakalı dünya araştırmasının yapılmasıdır. İyi bir dünya patent taraması gerçekten o patentin uzun mesafeli olarak korunmasını sağlayacaktır. Türkiye için resmî otorite, Türk Patent Enstitüsü’dür. İsmi, Türk Patent ve Marka Kurumu olarak değiştirilmiştir. Patent başvurusu yapabilmek için buluşu anlatan tarifnameyi ve istemleri hazırlamak gerekmektedir. Öncelikli olarak “Buluş bildirim formu” (BBF) hazırlamak gerekiyor. Bu BBF’yi hazırlarken en çok dikkat edilmesi gereken unsur ise daha önce bu alanda alınmış patentlere bakmak ve detaylı bir analiz yapmaktır.

Başvuru yurt dışında gerçekleştirilecek ise yurt dışındaki resmî otoritelere yönelik yapılmalıdır. Direkt olarak yabancı bir ülkeye patent başvurusu yapmaktansa öncelikli olarak Türkiye’de patent başvurusunu gerçekleştirmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi, o buluşun Türkiye’den çıktığının bilinmesinin önemli oluşudur. Bu aynı zamanda millî bir değer. Türkiye’de başvuru yaptıktan sonra PCT Amerikan patenti ya da Avrupa patenti başvurusu gerçekleştirilmelidir. Ancak eğer siz firmanızı Amerika’da kurduysanız, Amerikan pazarına hitap ediyorsanız, birinci derecede Amerika’daki bir ihtiyacı karşılamak için yola çıktıysanız, o zaman o patentin Amerika’dan başvurusunun gerçekleşmesi daha doğrudur.

Patent Nedir? Patent Ücretleri Ne Kadardır?

Eğer bir fikriniz varsa illa ki profesyonel anlamda bir patent firmasına başvurmadan, e-devlet üzerinden de patent başvurunuzu yapabilirsiniz. Pek çok öğrencim bir patent firması yerine kendi fikrini dikkatli bir şekilde yazarak e-devlet üzerinden de başvurusunu gerçekleştirmekte. Bu başvurunun ücreti 100 Türk Lirası’nın altında. Ama eğer siz daha profesyonel, sanayi odaklı bir patent başvurusu yapacaksanız o zaman profesyonel anlamda bir firmaya ihtiyaç duymaktasınız. Vekil olan ve alanında uzmanlık gösteren patent firmalarını tercih ediyor olmanız lazım.

Patent firmasını tercih ederken en çok dikkat edeceğiniz konu elbette ki ihtisaslaştıkları alanlardır. O yüzden sizin hangi alanda patent başvurunuz olacaksa o alanda uzmanlığı olan bir patent firmasını tercih ediyor olmanız gerekiyor. Patentin yapısına ve özellikle de araştırmasına göre patent fiyatlarında farklılık vardır. Eğer siz düzgün bir patent başvurusu yapacaksanız bu rakam genel itibarıyla 1.500 ila 3.000 Türk Lirası arasında değişmektedir. Ama daha iddialı bir sanayi patenti olacaksa ve bu birkaç tane birlikte patent içeriyor ise bu rakam tabii ki yükselecektir. Bu durum aynı şekilde Amerika için de geçerli. Amerika’da 300 Dolara da, 900 Dolara da, 1.000 Dolara da başvuru yaparken; daha iddialı, daha ciddiyet gösterilen mesela bir ilaç başvurusu yapıyorsanız, bu rakam 10 bin – 20 bin Doları bulacaktır.

Patentin Önemi

Patentler aslında o alandaki bilim haritalarını da bize vermekte. Bu nedenden dolayı eğer bir alanda uzmanlaşmak ve o alanda daha çok ilerlemek istiyorsanız alandaki patentleri dikkatli bir şekilde takip etmenizi tavsiye ederim.

Bu alanda tavsiye ettiğim ilk internet sitesi WIPO’nunkidir. Ayrıca Google Patents diye girdiğinizde girdiğinizde aynı şekilde alanınız ile ilgili pek çok patente rastlayabilirsiniz. Burada en çok dikkat edilmesi gereken konu, patentin araştırması yapılırken arama motoruna gireceğiniz anahtar kelimelerdir. Arama motorundaki anahtar kelimeler sizin gizli kalmış olan patentlere ulaşmanıza da sebep verir. Fikrî ve sınaî mülkî haklar olarak tanımladığımız marka başvuruları, patent başvuruları ve faydalı model başvurularında özellikle takip önemlidir. Patent farklı, zahmetli ve aynı zamanda pahalı bir süreç. Patent nedir sorusu aslında kapsamlı bir konuyu açıklamaktadır. Türkiye’de TÜBİTAK’ın veriyor olduğu veya Sanayi Bakanlığı’nın desteklediği ya da üniversiteler bazındaki birtakım araştırma fonlarından patentlerinizin maliyet süreçlerini karşılayabilirsiniz. Bu kurumların ve organizasyonların linklerini açıklamalar kısmında bulabilirsiniz. 

Konu ile ilgili daha fazla bilgiye web sitesi üzerinden ya da YouTube kanalımdan da ulaşabilirsiniz. Ayrıca, sorularınızı da YouTube yorumlar kısmından bana iletebilirsiniz. 

Read More

Akıllı Tarım stratejileri aslında bugünkü pek çok ihtiyacımızı karşılar durumda. Özellikle akıllı tarlaların oluşması için suyu, nemi ve sıcaklığı ölçen bir sistem oluşturuyor. Üstelik bu sistem ile tarla ve bahçe tarzı yerler istediğiniz her zaman kontrol edebileceğiniz bir sistem oluyor.

İnsan nüfusunun ilerleyen yıllarda artın 10 milyarlara çıkacağı düşünülüyor. Böyle bir nüfus artışında gıdaların artık daha iyi kontrol edilmesi gerekiyor. Yenilikçi uygulamalar artık kaçınılmaz bir gereklilik. Bu süreç içerisinde bazı noktalar oldukça önemli.

Bu önemli noktalardan bir tanesi de dijital dönüşümün getirmiş olduğu teknolojik değişimden faydalanabilmek. Nesnelerin interneti bu yüzden oldukça önemli bir gelişimdir. Nesnelerin interneti gezegenimizdeki tüm teknolojik parçaların birbiriyle iletişim sağlamasıdır.

Gerçekte bizim bütün kullandığımız gıdanın özellikle tohumdan sofraya kadar takibini sağlayabilecek bir sistem bizlere sunuluyor. Nesnelerin interneti teknolojisi evlerin, fabrikaların ve şehirlerin yanı sıra en önemlisi çiftliklerin, tarlaların ve sera gibi yerlerin daha yoğun kullanılmasına ve takip edilmesini sağlamış oldu.

Bu teknolojiye aynı zamanda ‘Yeşil Devrim‘ ismi de verildi. Çünkü bu sistemler tamamen doğanın daha verimli kullanılması için geliştirilmiş durumda. İnsanlar bahçe ya da tarla gibi alanlarını bu sayede telefon ya da bilgisayar gibi birçok elektronik alet ile nerede olursa olsunlar kontrol edebilecekler.

Nesnelerin İnterneti ve Gıda Kontrolü

Nesnelerin interneti teknolojisi içinde bulunduğumuz çağda sürdürülebilirlik ve gıdanın kontrolü konusunda önemli bir hale geliyor. Bu sayede ilk kez tarlada ne olduğunu görebilmek ve bu anlamda da tedbir almak mümkün hale geliyor.

Nesnelerin interneti sayesinde gittikçe azalan su kaynaklarının daha iyi kullanılabilmesi de mümkün hale geliyor. Özellikle toprağın farklı seviyelerinde kullanılan sensörler ile bu süreç çok daha ayrıntılı bir şekilde takip edilebiliyor.

Sıcaklık, nem, mantar oluşumu ya da toprağın elektriksel iletkenliği gibi tüm değerler bu sayede ölçülebiliyor. Üreticiler bu sayede bulundukları her yerde en zor bilgilere bile rahatça ulaşabiliyor.

Ayrıca zararlı hastalıklar ve organizmalara karşı da önceden hareket etme ihtimalleri doğmuş oluyor. İlaçlama ve gübreleme gibi tarımsal üretim sürecinde kritik bir öneme sahip olan etkenlerin doğru zamanda, gerekli ölçüde ve gereken yerlerde yapılması da sağlanmış oluyor.

Bu sayede çiftçilerin pek çok riski oldukça düşmüş oluyor. Hem iş yükü de azalmış oluyor hem de aynı zamanda sürecin kontrolü de maksimum verim ile sağlanmış oluyor. Geleceğin tarım sistemleri için sadece bu tür takip işler değil yeni tarım araçlarına da ihtiyaç duyulmakta.

Akıllı Tarım Makineleri ve Araçları

Dronelar sayesinde hiç ulaşılamayan yerlere ilaç ya da belli bir şekilde tohum atmak mümkün. Bu tarz teknolojilerin artık stratejik olarak kullanılması zorunlu hale gelmiş durumda. Tarımsal üretim faaliyetlerinin ötesinde özellikle yenilikçi uygulamaların depolama ve dağıtım süreçlerinde de kullanılması oldukça önemli bir konu.

Depolardaki mahsulün durumunu raporlayan sistemler ya da tüketiciye besinin üretim süreci hakkında bilgi veren uygulamalara kadar birçok yeni konu gündemde. Dünya üzerindeki tüm kaynakların doğru bir şekilde kullanılmasını sağlayacak dijital teknolojiler sayesinde asıl önemli olan insan sağlığının daha iyi hale gelmesi.

Ayrıca akıllı tarım makinaları gelişerek ileride birçok kişiye de yeni iş olanağı sağlayacak bir teknoloji olacak. Drone ve mahsul kontrol sistemleri bu makinelere verilebilecek en basit 2 örnektir.

Dünyanın Korunması

Nesnelerin interneti sayesinde sadece tarımsal bölgelerdeki gelişim değil doğal tüm kaynaklarımızı daha iyi korumamız ve kullanmamız mümkün hale gelebilir. Böyle bir durumdan söz ederken bu teknolojilerin artık tarım bölgelerinde yaygınlaşmasını sağlamak gerekiyor.

Aynı zamanda bu konu ile ilgili olarak önemli yatırım kaynaklarının da bu alana sevk edilmesi gerekmekte. Hem girişimciler hem de yatırımcıların akıllı tarım alanına yönelmesi hem kendileri hem ülkemiz hem de tüm dünya için pozitif sonuçlar doğuracaktır.

Konu hakkında daha detaylı bilgi almak için web sitesi üzerinden iletişime geçebilir ya da Doç. Dr. Gamze Sart’ın Youtube kanalını takip edebilirsiniz.

Read More

Sosyal girişimcilik toplumun dönüşümünde kritik bir öneme sahip. Sosyal dayanışma fırsat eşitliğini sağlamayı amaçlayan bir alan. Hiyerarşik bir düzenin aksine, her kesimden insanın uzmanlık alanına göre belli bir sorumluluk çerçevesinde yer almasına olanak veren bir platform. Amaç sorunların üstünü örtmek değil. Problemleri gerçekten ve derinlemesine inceleyip çözüm sunabilmek…

1. ve 2. Dünya Savaşlarının ardından devletlerin ve ülkelerin yetersiz kalmasıyla sivil toplum kuruluşları devreye girdi. Ancak; bir süre sonra Birleşmiş Milletler (UN) ya da Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi kuruluşları ya da bölgesel kuruluşlar da yeterli olmamaya başladı. Bu sebeple, sivil toplum kuruluşlarının ötesinde, teknolojiyi kullanan ve insana daha hızlı bir şekilde dokunabilecek sosyal girişimler ve inisiyatifler ortaya çıktı.

Sosyal Girişimci Kimdir?

Sosyal dayanışmanın en önemli güç kaynaklarından biri sosyal inovasyonu da oluşturan, sosyal girişimcilik. Sosyal girişimciler, sermayesini, toplum yararına kullanmak isteyen şirketler, girişimciler ya da toplumları yönlendiriyor ve bu noktada bir kültür oluşturmayı amaçlıyor. Kısacası bu girişimlerin odak noktası toplumsal fayda sağlamak oluyor.

Sosyal girişim ve sosyal girişimci kavramları dünyada ilk kez Bill Drayton tarafından kullanıldı. Drayton, aynı zamanda; sosyal girişimciliği teşvik etmeyi amaçlayan bir organizasyon olan ASHOKA’nın da kurucusu. Bugün, ASHOKA’nın 93 ülkede 3.500’ün üzerinde destekçisi bulunuyor. Türkiye’de bu ülkelerden bir tanesi… 2014 yılından beri Türkiye’den 30 destekçi, birden fazla projeyle ASHOKA’da faaliyet yürütüyor. Türkiye ve dünyadaki ASHOKA destekçileri, insan hakları, sağlık, eğitim, çevre, kalkınma gibi alanlarda çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmaların bir amacı da devlet ve hükümetleri ya da karar vericileri bilinçlendirmek ve bu faaliyetlerin içinde yer almalarını sağlayabilmek.

Sosyal Girişimcilik Nedir? Bilişim Çağında Sosyal Dayanışma

Teknolojinin günümüzde geldiği nokta sosyal girişimcilerin kendi niteliklerini arttırmalarına ve ulaşmak istekleri kitlelere daha kolay ve hızlı şekilde ulaşmalarına olanak veriyor. “Endüstri 4.0” olarak da nitelendirilen bilişim çağında, yazılım ve uygulamaların daha üretken hale gelmesinin neticesinde, robotik sistemler ve yapay zeka da artık sosyal inovasyon içinde yer alıyor. Sosyal girişimcilik çatısı altındaki projeler aracılığıyla ihtiyaçlar artık çok daha hızlı biçimde tespit edilebiliyor ve karşılanabiliyor.

Sosyal Dayanışma Projeleri

Dünyanın önde gelen teknoloji şirketlerinden biri olan Intel her yıl “Make It Wearable Challenge” adlı bir yarışma düzenleyerek genç girişimcilerin teknoloji temelli projeleriyle toplumsal değer yaratabilmelerine olanak veriyor.

İngiltere’de bir grup girişimcinin geliştirdiği robotik el, son yıllarda dikkat çeken projelerden bir tanesi… Geliştirilen bu biyonik el, önceki örneklerinden farklı olarak biyolojik bir elin fonksiyonlarına benzer bir işlev görüyor. Daha önemlisi artık daha düşük maliyetlerle üretilmesi mümkün olabiliyor. Türkiye’de de sosyal girişimcilik için çok güzel örnekler var. Örneğin, OTSIMO… OTSIMO adlı girişim, pek çok otizmli çocuğun öğrenme becerilerini geliştirmeyi amaçlıyor.

Teknolojinin sosyal girişimler konusundaki katkısına bir diğer örnek ise Association Passionate… Temel hedefi, çocuk ölümlerinin önüne geçmek olan program, çeşitli hastalıkları olan çocukları bir veri tabanına kaydediyor. Bu sayede, tedavi edilmelerine ve tedavilerinin aktif biçimde takip edilmesine olanak veriyor.

Kültürümüzün çok önemli bir parçası olan yardımlaşma, teknolojinin de katkısıyla güzel projelere dönüşüyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin Ayvalık Okulları Projesi gibi projeler toplumda önemli bir fark yaratıyor. Ayvalık Okulları Projesi, 2015 yılından beri devam ediyor. Ayvalık ve civar köylerinde ekonomik nedenlerle eğitime ve sosyal etkinliklere yeterli erişim sağlayamayan 7-11 yaş arası çocuklar spor, bilim ve sanat alanlarında yeteneklerini geliştirme fırsatı buluyor.

Sosyal Girişimcilik Nedir? Z Kuşağı Fark Yaratacak

Teknoloji ve inovasyon sayesinde, sosyal girişimcilik ve sosyal dayanışma alanlarında fark yaratacak projelere imza atılabiliyor. Daha güçlü bir bağ kurmak ve daha derinlemesine çözümler üretebilmek artık mümkün. Asıl amaç; daha fazlasına sahip olmak isteyen değil, paylaşan, değer üreten ve fark yaratan bir toplum olabilmek. Bu farkı yaratacak olan ise Z kuşağı ve gelecek kuşaklar. Sorularınız ve merak ettikleriniz için Doç. Dr. Gamze Sart ile iletişime geçebilir, web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Read More

Master of Business yani kısa adıyla MBA… Türkçe adıyla İşletme Yüksek Lisansı. Dünyanın en iyi şirketlerinin yönetici pozisyonlarında MBA mezunlarını görüyoruz. Google, Apple, Microsoft Amazon gibi şirketlerin üst düzey pozisyonlarında MBA programları mezunları var. Peki; MBA nedir?

Özellikle 2. Dünya Savaşından sonra şirketlerin küreselleşmesi ve odaklanmış iş gücüne duyulan ihtiyaç MBA mezunlarının daha çok tercih edilmesine yol açtı. Dünyada ve Türkiye’de MBA programları var ve bu programlar sadece profesyoneller tarafından değil girişimciler tarafından da tercih ediliyor. Girişimciler, kendilerini geliştirmek ve yenilemek için MBA programlarına yöneliyor.  Kariyerinde farklılık göstermek ya da yeni bir alan açmak isteyenler MBA programlarını tercih ediyorlar.

2000’li yılların başında startupların devreye girmesiyle MBA programları müfredatlarını değiştirdi. Finans, Muhasebe, İstatistik gibi konular farklılaşarak yaşadığımız yüzyılın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendi. Stanford Üniversitesi bu programlar içinde “sosyal inovasyon” gibi yeni bir alan açması farklılaşmanın en önemli göstergelerinden bir tanesi.

MBA programları genellikle bir ya da iki yıl sürüyor. Sadece yüz yüze değil; online ve part time olarak da sürdürülüyor. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde örgün ya da online olarak 150 binden fazla kişi MBA programlarını tercih ediyor. MBA programlarının dili ise genellikle İngilizce…

MBA Programları Ücretleri

Peki; MBA ne kadara mâl oluyor? MBA program ücretleri Avrupa’da 100 bin Euro civarında; Amerika Birleşik Devletlerinde ise 160 bin – 220 bin dolar arasında değişiyor. Yani ücretler Avrupa’da Amerika’ya oranla daha uygun denilebilir. Maliyetler yüksek olsa da MBA mezunlarının gelirlerinde ciddi artışlar görüldüğü ve şirketlerin üst düzey pozisyonlarında kendilerine yer bulabildikleri de bir gerçek…

MBA Programlarını Tercih Ederken Nelere Dikkat Edilmeli?

MBA programlarını tercih ederken akreditasyonu olup olmadığına ve programların yarattığı değer ve etki göz önünde bulundurularak yapılan sıralamalara dikkat etmek gerekiyor.

QS’in 2020 MBA programları sıralamasına göre; birinci sırada; Penn Wharton yer alıyor. İkinci sırada; Stanford Üniversitesi, üçüncü sırada ise INSEAD yer alıyor. Bu okulları sırasıyla; MIT (Sloan), Harvard Üniversitesi, London Business School, HEC Paris, Chicago (Booth), UC Berkeley (Haas) ve Northwestern (Kellog) takip ediyor.

Nasıl Kabul Alınır?

Peki; MBA programları için nasıl kabul alınır? Öncelikle GMAT sınavına girmeniz gerekiyor. Buna ek olarak; çalıştığınız kurumlarda iyi bir referansa sahip olmak kabul alma olasılığınızı arttırıyor. Eğer çalıştığınız iş yerinde MBA mezunları varsa, şansınız bir kat daha artabiliyor. Niyet mektupları ve özgeçmişiniz de önem taşıyor.

MBA Programları: Burs Almak Mümkün mü?

MBA programına katıldığınız üniversiteler öğrencilere bizzat burs vermeyi tercih edebiliyor. Elbette burs oranları değişiklik gösteriyor. MBA adaylarının zaman zaman çalıştıkları firmalar tarafından desteklendiği de görülebiliyor. Burs başvuruları hem program başvurusu sırasında hem de kabul aldıktan sonra yapılabiliyor.

MBA mezunlarına göre programın en önemli kazancı bireylerin kendilerine yaptığı yatırım. Kendini geliştirmek, yeni alanlar keşfetmek ya da kariyerinde daha üst düzey bir noktaya erişmek isteyenler MBA programlarını tercih edebilirler. MBA ya da eğitiminiz hakkında sorularınız ve merak ettikleriniz için Doç. Dr. Gamze Sart ile iletişime geçebilir, web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Read More

X, Y ve Z kuşağı kavramları son zamanlarda sıkça karşımıza çıkıyor. Peki; nedir bu kuşak meselesi? Kuşakları nasıl tanımlıyoruz? Özellikleri neler? Ne gibi farklılıkları var?

Çağlar ve kuşaklar arasında, sosyo-ekonomik, kültürel, politik ve teknolojik anlamda önemli farklar var. Her nesil kendinden sonra gelen nesli sorumsuz, sabırsız ve yozlaşmış olarak görüyor. Genç nesil ise kendinden önceki neslin çağın gerisinde kaldığını düşünüyor. Kuşaklar arasındaki bu fikir çatışması hiç değişmiyor. Her nesil yaşamı kendinden bir önceki nesle göre farklı algılıyor ve anlamlandırıyor. Tarihi kırılmalar, toplumu etkileyen büyük olaylar nesillerin karakterini oluşturuyor. Savaşlar, doğa olayları, kültürel olaylar nesillerin karakterini biçimlendirir. Her yenilik o dönem yaşayan neslin değerlerini de oluşturur. Özellikle teknolojinin gelişimi, bilişim teknolojilerinde meydana gelen farklılaşmalar, sosyal medyanın hayatımıza girmesi, sanal bir dünyanın ve sanal kimliklerin oluşumu  kuşaklar arasındaki farklılığı daha da derinleştirdi.

X, Y, Z Kuşağı Nasıl Tanımlanıyor?

Peki; bugün sosyo-politik, kültürel ve teknolojik anlamda X, Y, Z kuşağı nasıl tanımlanıyor?

Öncelikle bahsetmemiz gereken iki ve eski önemli kuşak var. Birincisi; “Sessiz Kuşak”. 75 yaş üstü kişiler bu kuşağa mensuplar. Bu grup hem geleneğin hem de geçmişin temsilcisi. Kıtlık ve savaş gören bu nesil sonraki kuşaklara oranla daha sorumluluk sahibi, sadık ve düşünceli… Çalışmak için yaşıyorlar ve ülkelerin değerlerini yüceltmek ve yükseltmek onlar için temel amaçlardan bir tanesi… Sessiz kuşak olarak anılmalarının en önemli nedenlerinden biri her zaman görev insanı olmaları… Bu neslin ardından “Baby Boom” olarak anılan ve bebek ölümlerinin azalıp doğum oranlarının arttığı dönemi yaşayan nesil geliyor. Baby Boom nesli aynı zamanda teknolojik anlamda ilk değişimleri gören ve anlamlandıran nesil olarak biliniyor.

Gelelim; X, Y ve Z kuşağı konusuna… Aslında tanımlamalar farklı kaynaklarda farklı şekilde yapılıyor. Tarihler farklılık gösterse de; asıl üzerinde durulması gereken konu ise bu nesilleri farklı davranış biçimlerine göre yorumlamak.

X Kuşağı

X kuşağı 1965 ile 1980’ler arasında doğan nesli tanımlamak için kullanılıyor. Bu kuşak Amerika Birleşik Devletlerinin %45’ini, Türkiye’nin ise %22’sini oluşturuyor. X kuşağı disiplinli, otoriteye uyumlu bir kuşak olarak nitelendiriliyor. Microsoft, Amazon gibi büyük şirketler bu jenerasyonun girişimlerinin eseri… Toplumsal olaylara duyarlı bir nesil oldukları biliniyor ancak; kendi sorumlulukları dışında kalan alanlara müdahale etmek istemiyorlar. Bu noktada her konuda kendi görüşünü öne süren Y Kuşağı ile çatışıyorlar.

Y Kuşağı

Y Kuşağı, her şeyi sorgulayan bir nesil. 1980 – 1996 yılları arasında doğanlar Y kuşağı olarak adlandırılıyor. Aynı zamanda “MTV Kuşağı” olarak da biliniyorlar. Türkiye’de bu jenerasyona mensup 27 milyon kişi var. Bilgisayar ve internetin ortaya çıktığı dönemi yakalayan ve sosyal medyaya ulaşan ilk nesil Y kuşağı… Sosyal medyayı ve teknolojiyi etkin kullanıyorlar. Esnek saatlerde çalışmak istiyorlar. İş odaklılar, iş bitirmek istiyorlar ama, işe gelmek istemiyorlar. Parayı harcamak için kazanıyorlar. Kurumlara sadakatleri az, özgüvenleri yüksek. Sık sık iş değiştiriyorlar. Tasarım, medya gibi yaratıcı alanlara ilgi duyuyorlar. Kendilerine ait bir mizah anlayışları var ve bu onları farklı kılıyor. Aynı zamanda bugünkü startup ekosistemini oluşturan nesil olarak biliniyorlar.

Z Kuşağı

Ve son olarak Z kuşağı! 1999 -2000 sonrasında doğanlar Z kuşağı olarak tanımlanıyor. Z kuşağı, dünya nüfusunun %25’ini, Türkiye nüfusunun %17’sini oluşturuyor. Onlar, dijital çağın çocukları, okuma yazma öğrenmeden önce tablet kullanmayı öğreniyorlar. Sosyalleşme anlayışları önceki kuşaklara göre oldukça farklı. Sanal gerçekliğe önem veriyorlar. Aynı anda birkaç işi birden yapıyorlar. Edindikleri bir bilgiyi teknoloji aracılığıyla sorguluyorlar. İş gücüne katılmaya başladılar. Aralarında Youtuberlar, girişimciler var. Küreselleşmenin etkilerini en çok hisseden nesil Z kuşağı… Aynı oyunları oynuyor, aynı Youtuberları takip ediyor, aynı dizileri izliyorlar.

Z kuşağı aynı zamanda dünya için umut veren bir nesil… Z kuşağına, kanserin tedavisini bulacak, Mars’a yolculuk yapacak, Ay’a koloni kuracak, demokrasiyi, adalet ve eşitliği yaygınlaştıracak, iklim krizini ortadan kaldıracak nesil gözüyle bakılıyor. Bu konuyla ilgili sorularınız varsa ya da daha detayı bilgi almak isterseniz Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube kanalına abone olabilir, web sitesini ziyaret edebilir, iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Yaz okulu öğrencilerin eğitim hayatı ve kariyer planlaması için oldukça önemli konulardan bir tanesi… Bu yazımızda sizlere, yaz okulu, staj, sosyal sorumluluk projeleri ve araştırma projelerinden bahsedeceğiz.

Yaz aylarında pek çok lise ve üniversite öğrencisi yaz okuluna katılma düşüncesinde oluyor. Yaz okullarında yer alıyor olmak öğrenciler için büyük bir avantaj. Peki; neden yaz okuluna katılmak bu kadar önem taşıyor? Çünkü lise öğrencisi de olsanız, üniversite öğrencisi de olsanız yaz okulları ve yaz okullarında aldığınız dersler özgeçmişinizde bir artı değer oluşturuyor. Bu anlamda, elbette gidilecek olan yaz okulunun kalitesi ve içeriği önem taşıyor.

Eğer 8. sınıf ya da 9. sınıf öğrencisiyseniz, iyi bir lisenin yaz okuluna gidiyor ya da gitmeyi düşünüyor olabilirsiniz ancak; bir üniversitenin yaz okulunun tercih edilmesi her yaştan öğrenci için daha doğru bir adım diyebiliriz. Çünkü; yaz okuluna katılımınız sırasında o üniversitenin donanımından, ortamından, atmosferinden yararlanarak belli bir tecrübeyi simüle etmiş olursunuz. Öğrencinin kariyer planlaması da göz önünde bulundurularak yaz okulu tercihi yapılması öğrenciye avantaj sağlayan bir durum…

Yaz Okulu Seçerken Stratejik Bir Yaklaşım İzlenmeli

Pek çok öğrenci, yaz okulu için Harvard Üniversitesi, Oxford Üniversitesi gibi önde gelen üniversiteleri tercih ediyor. Ancak unutulmamalı ki; en iyi üniversiteleri tercih etmek ya da en iyi profesörlerden ders almak üniversite başvuru süreçlerinize katkı sağlamıyorsa sizin için herhangi bir avantaj sağlamıyor. Bu nedenle yaz okulunuzu seçerken stratejik bir yaklaşım izleyerek doğru tercihleri yapmanız gerekiyor.

Tercih ettiğiniz üniversitede sadece alacağınız ders değil, o dersi kimden alacağınız ve o dersi aldığınız süreç içinde işleme şekliniz, o dersi alırken yapacağınız ödevler büyük önem taşıyor.

Sıradan Bir Dil Okuluna Gidilebilir Mi?

Peki; sıradan bil dil okuluna gidilebilir mi? Diliniz yeteri kadar iyi değilse nasıl bir yol izlemelisiniz? Eğer yabancı dilinizi daha iyi bir hale getirmek istiyorsanız ya da çok iyi ve akıcı bir konuşmaya sahip olmanıza rağmen; akademik anlamda özellikle de yazı yazma konusunda yeteri kadar iyi değilseniz; üniversitelerin sunduğu ve sistematik olarak gerçekleştirdiği, akademik çalışma odaklı programlara katılabilirsiniz. Yaratıcı yazarlık ya da kritik yazma ve okuma gibi kendinizi iyileştirebileceğiniz, yabancı dilinizi geliştirebileceğiniz programları da tercih edebilirsiniz.

Aslında yaz okulları, yalnızca gideceğiniz ülkeyi, gideceğiniz üniversiteyi ve bölümü seçmenize yardımcı olan programlar değil; aynı zamanda sosyal anlamda kendinizi gördüğünüz programlar…

Araştırma Projeleri Avantaj Sağlıyor

Yaz aylarında yaz okullarının dışında araştırma projeleri içinde yer almak da öğrenciler için büyük avantajlar sağlıyor. Bu sebeple; yazın kaliteli, sistemli ve doğru bir şekilde yönlendirilmiş bir yapı içinde yaz okuluna ya da yaz çalışmalarına, yaz kamplarına katılmanız önem taşıyor. Staj imkanları ile becerilerinizi güçlendirmeniz, özgeçmişinizi güçlendirecek çalışmalar içinde yer almanız üniversite başvurularınızı güçlendirmenize de yardımcı oluyor. Eğer üniversitede okuyorsanız, yüksek lisans, doktora ya da iş başvurucu süreçlerinize katkı sağlıyor. Bunlara ek olarak; sosyal inovasyon ve sosyal sorumluluk içinde bulunduğunuz ve topluma değer katabileceğiniz, fark yaratan çalışmalarda yer almak da oldukça kıymetli…

Yaz okulu, staj imkanları, sosyal sorumluluk projeleri, araştırma projeleri gibi konularda daha detaylı bilgi almak için Doç. Dr. Gamze Sart ile iletişime geçebilirsiniz. Eğitime dair her türlü konu için web sitemizi ziyaret edebilir, YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

Bu yazımızda sizlere, 21. Yüzyıla damga vuracak üç mühendislik bölümünden söz edeceğiz. Özellikle 2020 ve sonrasında üniversitelerde büyük değişimler yaşanacak ve dünyada yeni bir perde açılacak. Peki; dünyayı değiştirecek ve yepyeni bir alana çıkartacak olan bu üç bölüm hangileri?

Bundan yetmiş-seksen yıl önce şu an var olan pek çok mühendislik alanı henüz ortaya çıkmamıştı. Mühendisliğin bildiğimiz en eski alanı kimya mühendisliği idi. Yıllarca sanayinin getirmiş olduğu yapı içinde kimya mühendisliği dominant şekilde yer alırken, onun peşi sıra hemen inşaat mühendisliği, makine mühendisliği ve elektrik – elektronik mühendisliği ile karşı karşıya kaldık. Bugün ise beşinci bir alandan söz ediliyor. Bilgisayar mühendisliği alanıyla ilişkili ve yapay zekayla birlikte ön plana çıkan önemli bir alan… Bugün gerçek anlamda yapay zekanın, makine öğrenmesinin, veri biliminin içinde yer almadığı bir mühendislikten konuşmak çok yetersiz oluyor. Bu nedenle tüm üniversiteler kendi içlerindeki bölümlerle beraber müfredatlarını yeniliyorlar, içerikleri değiştiriyorlar, okunması gereken kitapları yapılandırıyorlar.

Mühendislik: Yapay Zeka Ezber Bozuyor

21.yüzyılın müfredatları içinde hazırlanan yapay zekayı da içine alarak şekillenen bu yapı, pek çok detay içeriyor. Sözünü ettiğimiz dört mühendislik dalının var olan tüm içeriğini yeniden şekillendiriyor, interdisipliner bir yapı içinden multidisiplinler bir yapıya kavuşturuyor ve yeni ismiyle “transdisipliner” bir yapı oluşturuyor. Peki; bu ne anlama geliyor? Makine mühendisliği; yapay zekayla birleşerek farklı bir noktaya ulaşıyor ya da kimya mühendisliği kendi içinde nanometresel yeni malzeme bilimi ile beraber yapay zeka, makine öğrenmesi ve veri bilimini alıyor ve farklı bir yapı içinde yeniden şekilleniyor. İnşaat mühendisliği, elektrik – elektronik mühendisliği aynı şekilde bambaşka bir yapının içinde yer almaya başlıyor. Tüm bu sebeplerle, yapay zeka kendi başına bambaşka bir alan olarak devreye girmiş konumda. Konusunda uzman olan bazı üniversiteler yapay zekayı yeni ve bağımsız bir alan olarak ele alıyor. Ya da “symbolic systems” diye, Stanford Üniversitesi’nde yer aldığı gibi, yeni bir isimle “humanities”i de içerik olarak değerlendirip farklı bir yapıya büründürüyor.

O yüzden bugün pek çok MBA programı önemini yitirirken master programlarında data science ya da yapay zeka çok daha fazla ön plana çıkıyor. Yapay zeka; bu mühendislik fakülteleri kadar idarî bilimler alanında da özellikle yeni medyanın devreye girmesiyle beraber alanını, kapsamını farklı bir noktaya getirmiş, genişletmiş ve değiştirmiş konumda.

Biyomedikal Mühendisliği Ön Plana Çıkıyor

Yapay zekanın ardından bugün en çok gün yüzüne çıkan ikinci en önemli alan biyomedikal mühendisliğiBiyoteknoloji alanında, interdisipliner, transdisipliner çalışmalar ve yapay zekayla birlikte bu alan da yeniden şekilleniyor değişiyor ve dönüşüyor. Özellikle meme kanseri konusunda yapay zekanın ortak çalışma alanında bir insan gözünden çok daha iyi bir noktada; %9 daha iyi noktada teşhis etme becerisini geliştiriyor olması biyomedikal mühendisliğini yeniden gündeme taşıyor.

Yapay zekanın özellikle ikinci aşaması olan, uygulama alanı olan sağlık ve yaşam bilimlerindeki vâriyeti çok daha farklı bir gündemi ortaya çıkarıyor. Özellikle bulut teknolojilerini geliştirmeleri, blockchain’in işin içinde bulunması, sağlık alanındaki değişim dönüşüm, yapay zekayla beraber yeni öğrenme imkânlarının oluşturduğu makine öğrenmesinin getirmiş olduğu yeni paradigmalar, aslında bu alanda çok daha büyük ve farklı gündemin de eşiğinde olduğumuzu gösteriyor.

Bugün tıpta patoloji gibi belli alanlar önemini yitiriyor. Çünkü; bunun karşılığında bu alanda özellikle yapay zekanın getirmiş olduğu üstünlük vazgeçilmez şekilde karşımıza çıkıyor. Tıpta farklı bir noktada biyomedikal alanda yeni çalışmaların gündemde olduğunu görebiliyoruz.

Bugün patentlere baktığımızda yapay zekada alanında alınmış patentlerden çok yapay zekanın biyomedikal alanda uygulamaları sonucunda alınmış patentlere rastlıyoruz. Bu anlamda pek çok üniversite, pek çok enstitü, pek çok yabancı şirket ve kurum strateji oluşturarak bu alanda yeni patentleri alıyor, kendi patentlerini koruyarak bu alanda var olmaya ve gücünü ortaya koymaya çalışıyor.

O yüzden bugün pek çok üniversite “steam” kelimesindeki m’yi daha anlamlı bir biçimde iki m şeklinde kullanıyor. Yani “science, technology, engineering, arts, math and medicine” olarak tanımlayıp, temel bilim bilgisini yapay zekayla birleştirerek bütüncül bir şekilde yeni bir boyuta taşıyorlar.

Genetik Mühendisliği Dünyayı Değiştirebilir

Üzerinde durulması gereken en önemli üçüncü alan ise genetik mühendisliği O yüzden özellikle biyoteknoloji alanının içine yapay zekayı aldığımızda önümüzdeki yıllarda endüstriyel aktivitenin %72’sinin biyomedikal, yapay zeka ve aynı zamanda da genetik mühendisliği üzerinde konuşlanacağı ve tekrardan anlam bulacağı belirlenmiş durumda… Genetik mühendisliğinde şu anda gördüğümüz en önemli konulardan bir tanesi ilaç çalışmaları. Özellikle kişiye özel ilaçlar üzerinde durulduğunu görüyoruz. Bu anlamda genetik çalışmalar hem hayvan hem insan genetiği ve hem de bitki genetiği açısından yeni bir gündem ile yapay zekanın getirmiş olduğu yenilikler ile örtüşüp, birlikte hareket eden ve gerçekten sorunların çözümlerine önayak olabilecek biçimde yeniden çeşitlendirilmiş oluyor.

Özellikle yapay zekanın getirmiş olduğu gen yapısını iyileştirme meselesi ise pek çok üniversite tarafından etik bir problem olarak nitelendirilse de pek çok farklı kurum ya da ülke tarafından kabul edilmiş ve üzerinde çalışmalar yürütülen bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Evet bu konunun sınırları gerçek anlamda hassas ve aslında bilinmezlikler göz önüne alındığında karanlık bir tarafı da var.

Gen mühendisliğinin en çok üzerinde durduğu konulardan bir tanesi bireyin özellikle yaşamının tamamını içerecek şekilde tekrardan örgütlenip tekrardan yapılandırılıp tekrardan şekilleniyor olması. Bu anlamda bakıldığında özellikle üniversiteler hem lisans hem yüksek lisans hem de doktora seviyesinde en fazla biyomedikal mühendisliği ve genetik mühendisliği alanlarında kontenjan ayırıyorlar. Bunun ardından ise yapay zeka, makine öğrenmesi ve big data alanlarında bilgisayar uzantılı çalışmalar konusunda daha hassaslar. Neden derseniz işin sırrının artık yapay zekada olduğu biliniyor. Bu sebeple de özellikle sağlık ve yaşam bilimleri alanında çok fazla istihdama ihtiyaç duyuluyor. Buna ek olarak; özellikle yapay zeka gibi hassas konulara belli insanlar ya da belli ülkeler, belli kurumlar tarafından sahip olunması isteniyor.

Bu üç mühendislik alanını göz önünde bulundurduğumuzda karşımıza İngiltere’de; Oxford, Cambridge, UCL ve Imperial çıkıyor. Amerika’da ise Stanford, UCBerkeley, MIT, Harvard, Yale, Princeton gibi üniversiteler ön planda.

Mühendislik fakülteleri, 21. yüzyıla da damga vuracak bu üç mühendislik bölümü tarafından yapılandırılıyor, çeşitlendiriliyor. Kontenjanları, içerikleri kitapları, öğrenci kalitesini, araştırmaları, patent ve startuplarla beraber spinoutları yeniden şekillendiriyor. Bu üç mühendislik alanı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isterseniz, Doç. Dr. Gamze Sart ile iletişime geçebilir, web sitesini ziyaret edebilir, YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

 

Read More

İnovasyon nedir? Ekonomik krizden çıkış yolu inovasyon olabilir mi? Dünyanın her yerinde globalleşme ile beraber ekonomik kriz bütün şirketleri farklı yönde etkiliyor. Daha da önemlisi, dünyadaki en büyük şirketlerin ayakta kalma süreleri gitgide azalıyor. Değişime, farklılığa, inovasyona ayak uyduramayan pek çok şirket batıyor veya küçülüyor.

Ekonomik kriz aslında beklenilenin aksine fırsat olarak değerlendirilebiliyor. Bu dönemlerde özellikle gelirin azalması neticesinde şirketler yeni yöntemler geliştirmek zorunda kalıyorlar. Yani kriz dönemini aslında inovasyon dönemi olarak adlandırmak mümkün. Örneğin; Google’ın ya da Facebook’un ortaya çıkışı kriz dönemlerine rastlıyor. Türkiye için de benzer bir durum söz konusu… Türkiye’nin son 40 yılına baktığımızda pek çok inovasyon odaklı şirketin kriz döneminde ortaya çıktığını görüyoruz. Bu durumun önemli örneklerinden bir tanesi, Yemek Sepeti…

İnovasyon Nedir?

Peki, inovasyon nedir ve neden kriz dönemlerinde fırsat yaratıyor? İnovasyon sözcüğü, Türkçe’de “yenilik” anlamına geliyor. Oslo Kılavuzu’nda inovasyon; işletme içi uygulamalarda, işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni, veya önemli derecede iyileştirilmiş bir ürün, mal veya hizmet, veya bir süreç; yani bir pazarlama yöntemi ya da yeni bir organizasyonel yöntemin gerçekleştirilmesi olarak tanımlanıyor. Yenilikçilik, şirketlerin kendi bulundukları alanlarda ve uzmanlıklarında mekânsal, zamansal ya da maliyet alanlarında fark yaratması anlamına geliyor. Fakat; bu tek başına yeterli değil. Aynı zamanda firmalar kendi alanlarında ürettikleri ürünleri, hizmetleri, servisleri ya da süreçleri de daha farklı şekle getirebiliyorlar ise inovasyonu farklı bir şekilde görmek ve adlandırmak mümkün olabiliyor.

Tabii ki inovasyon sadece bireye veya şirkete bağlı değil. Aslında ülkelerin politikası da bu anlamda önem taşıyor. Gerçekten bir ülkenin inovasyon ve yenilikçilik politikası o ülkenin tüm şirketlerini ve bireylerini etkiliyor. Aslında şirketler, o ülkede bulunan politikalar ile beraber destekleniyor ve tahminimizin ötesinde, bütün haritaları değiştirecek şekilde yeniden yapılanıyor. Buna ek olarak; bireyin fark yarattığı, değer oluşturduğu, dijital dönüşümü sağladığı kurumlar da çok önemli. Bunlar üniversiteler, startuplar ya da büyük şirketler olabilir.

Pazarlama Alanında İnovasyon Önem Taşıyor

Kriz döneminde önem verilmesi gereken bir başka konu ise pazarlamadaki inovasyon… Özellikle çevresel anlamdaki duyarlılığın korunduğu pazarlama stratejileri son zamanlardaki büyük önem kazandı. Bir başka önemli inovasyon alanı ise organizasyonel anlamda yapılan yenilik. Sadece ürün, hizmet ya da pazarlama stratejileri anlamında yapılan inovasyon yeterli değil. Aynı zamanda organizasyonel anlamda da yatırım açısından inovasyonu tetiklemeniz gerekiyor. Rekabete ayak uydurabilmek için daha dinamik, daha hızlı, çabuk hareket eden kurumlara ve organizasyonlara ihtiyacımız var.

Yaratıcı Yıkım

Tüm bunlara baktığımızda aklımıza 1930’larda Joseph Schumpeter’ın bahsettiği konu geliyor. “Kapitalizmin özü, yaratıcılığın yıkımıdır”. “Creative destruction” olarak geçen bu “yaratıcı yıkım”, aslında yeni bir dönemin de başlangıcı oluyor. Böyle dönemler hem şirketlerin hem de bireylerin aslında kabuk değiştirdikleri, kendilerini yapılandırdıkları, pazarlarını değiştirip ürünlerini farklılaştırdıkları ve fark yarttıkları, değer oluşturdukları bir dönemler olarak karşımıza çıkıyor. Kriz, yenilenme ve yapılanma demek. O yüzden inovasyon için hazır olmak ve hemen işe başlamak gerekiyor.

İnovasyon nedir?” sorusunu sizler için yanıtlamaya çalıştık. İnovasyon, ekonomi, şirketlerin ve ülkelerin politikaları, kriz dönemleri ve daha pek çok konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz Doç. Dr. Gamze Sart ile iletişime geçebilir, YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More