İnovasyon için Eğitim Vakfı’nın kurucusu olarak, 2020 sonrasında yeni bir dönemi açıyoruz. Bundan büyük heyecan duyuyorum. Özellikle iki ayrı ana alanda faaliyet göstermeye başladık. Bunların ilki, özellikle gençlerin 2020 ve sonrasında, yapay zekâ döneminde daha iyi eğitim alarak inovasyonu tetikleyip teknoloji alanında fark yaratmaları. Bu nedenden dolayı, 0-6, 6-12 ve 12-18 lise dönemini de içine alan18-25 yaş dönemindeki tüm eğitimin yeni teknolojilerin yapılanma sürecinde önemli rol oynayacak ve bu anlamda gençlerin yeteneklerine göre daha güçlenerek inovasyon ve teknoloji alanında fark yaratabilecekleri bir çalışma alanı oluşturmak istiyoruz. Bu nedenden dolayı, özellikle San Francisco’da Silikon Vadisi de başta olmak üzere, pek çok üniversite ile iş birliği yaparak, bu dönemde gençlerin öğrenme becerilerini arttırarak ciddi anlamda stratejik, kendilerine uygun olan geleceğin meslekleri alanında fark yaratmalarını istiyoruz.
İkinci en önemli alan ise, inovasyon ve teknoloji odaklı “startup” ve “spin off”ları ortaya çıkarmak ve bunları olabildiğince farklı alanlarda iyi konumlara getirerek dünya çapında şirketler ya da kurumlar haline dönüştürmek. Amacımız, genç yaşta başlayan inovasyon ve teknoloji eğitimi ve öğrenme metotları ile beraber, bu anlamda inovasyon ve teknoloji üreten startup ve spin off’ların sayısını arttırmak, mümkün olabildiğince içinde sosyal inovasyon alanındaki startupları da ortaya koyarak bütünsel anlamda bir yaklaşım sağlayabilmek. Özellikle lise ve üniversite döneminde okuyan öğrencilere vakfımız, burs imkânları sunuyor. Bu burs imkânları diğer vakıflardan daha farklı. Asıl amaç, bu öğrencilerin, kendi alanlarında inovasyon ve teknoloji üreterek bu anlamda kendi burslarını kazanabilmeleri, bir diğer anlamıyla, kendilerini fonlamaları amaçlanıyor. Öte yandan özellikle liseden başlayarak, üniversite döneminde ve sonrasında, kendi startup’larını oluşturmuş olan kişilerin ise, farklı bir şekilde, “çekirdek para” diye tanımladığımız “tohum parası” oluşturabilecek “akıllı para”yı sunabilmek ve startup’ların bu şekilde daha hızlı şekilde büyümesini sağlamak. Vakfın bu anlamda çok önemli bir şemsiyesi var. Bunun da en önemli özelliği, mentorluk vererek, belli bir şekilde öğrenme metotlarını da kullanarak,gerçek anlamda genç girişimcilerin, yetenekli genç insanların iş dünyasına daha hızlı ve kaliteli bir şekilde girmelerini sağlamak ve kendi değerlerini oluşturabilecekleri imkânları bulabilmek. Bugün 1 milyon Doları eğer mühendise Google veriyorsa, aynı şekilde bizim öğrencilerimizin de bunu alabileceği şekilde yetiştirilmesi, yapılandırılması ve hak ettikleri yerleri bulması gerekiyor. Amacımız bu nedenden dolayı, gerek profesyonel dünyada, gerek “open inovasyon”un getirmiş olduğu yapı içinde gençlerin olabildiğince girişimci, yapılandırılmış performans göstererek inovasyon alanında fark yaratmalarını ve bu anlamda da insanlığa dokunmalarını amaçlamaktayız.
Bizimle birlikte çalışıp, farklı inovasyon ve teknoloji odaklı eğitimlerden ve öğrenme metotlarından isteyen gençlerin ve akıllı para arayan girişimcilerin bu anlamda daha detaylı bilgi almaları ve başvuru yapmaları için vakfımızın web sitesine başvurmanızı tavsiye ediyorum.
Üniversiteler ile ilgili en çok dikkat edilmesi ve bilinmesi gereken unsur şu: Siz bir üniversiteye başvuruyor iseniz, o üniversitenin kaçıncı jenerasyon olduğunu biliyor olmanız çok kıymetli bir konu. O yüzden günümüzde en fazla konuşulan konulardan bir tanesi bu. Birinci nesil, ikinci nesil, üçüncü nesil, dördüncü nesil üniversiteler. Bunlar hangileri? Ne anlama geliyor? Nelere dikkat edilmesi gerekiyor? Hangilerine başvurulmalı?
Birinci nesil üniversiteler genel itibariyla yabancı dilini Latince olarak bildiğimizve eskiden beri; 1400-1300’lü yıllarsan gelen üniversiteler. Bu üniversiteler, örneğin bugünkü Oxford, Cambridge gibi, aynı zamanda birinci nesil olarak kurulmuş, sonrasında kendisini yapılandırarak ikinci, üçüncü ve dördüncü nesile geçmiş olan üniversiteler. Birinci nesil üniversiteler; genel itibariyla 300-500-600 bin kişilik öğrencinin eğitim aldığı üniversiteler. Mesela buna en iyi örneklerden bir tanesi SUNY – The State University of New York, pek çok öğrenciye eğitim vermekte. Bir kısım eğitimi de hatta online olarak yapmakta. Buna en iyi örneklerden bir tanesi yine Anadolu Üniversitesi. Dünya çapında online eğitim ile beraber pek çok gencin bu anlamda üniversite eğitimi almasını sağlayan birinci nesil üniversite olarak nitelendiriliyorlar.
İkinci nesil üniversiteler ise daha farklı. İkinci nesil üniversiteler daha çok Ar-Ge yapan üniversiteler. %30 – %40 oranında İngilizce tercih ediliyor, ondan sonra ise o bölgenin ya da bulunduğunuz ülkenin resmî dilini kullanıyorsunuz. Bu üniversiteler daha çok Araştırma-Geliştirme yapıyorlar, genel itibariyla daha içlerine kapanık üniversiteler. Genelde şehrin dışında yer alıyorlar ve Ar-Ge konusunda ihtisaslaşmış üniversiteler olarak biliniyorlar. Buna en iyi örneklerden bir tanesi mesela, çok iyi bilinen Caltech.Tamamen Ar-Ge üzerine ihtisaslaşmış, yeni nesil bir üniversite. Ya da, University of Michigan. Devlet üniversitesi olarak gerçek anlamda bir alanda yer alıyor ve Araştırma-Geliştirme alanında gerçekten fark yaratan üniversite olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de buna en iyi örneklerden bir tanesi ise İstanbul Üniversitesi ya da Marmara Üniversitesi.
Üçüncü nesil üniversitelerde ise yabancı dil İngilizce ve İngilizce’nin yanı sıra, önemli olarak, en büyük farklarından bir tanesi, Ar-Ge’nin dışında, özellikle işletme alanlarında ya da endüstrinin yapılanması alanında çok etkin olan üniversiteler olarak biliniyorlar. Bunlara en iyi örneklerden bir tanesi London School of Economics mesela. Ya da, bu üniversiteler gerçek anlamda Araştırma-Geliştirme ile beraber insana dokunan üniversiteler olarak bilinen hastaneleri de içinde bulunduran, büyük bir ekonomik gücü elinde bulunduran üniversiteler olarak şekilleniyorlar. Buna en iyi örneklerden bir tanesi Harvard Üniversitesi. İstanbul Üniversitesi’nin özellikle Çapa ve Cerrahpaşa kampüsleri bunun en iyi örneklerden. Bu üniversitelerin en önemli özellikleri gerçek anlamda binlerce hastaya birlikte bakıp, aynı zamanda üniversitede Araştırma-Geliştirme ile beraber ânında uygulama ve yapılandırma ile beraber fark yaratan üniversiteler olarak nitelendiriliyorlar.
Şimdi gelelim dördüncü nesil üniversitelere. Dördüncü nesil üniversiteler şu anda en önemli ve en fazla revaçta olan üniversiteler olarak biliniyorlar. Bu üniversitelerin yabancı dil tercihleri İngilizce değil sadece. Bu üniversitelerin en büyük yetkinlikleri 21. yüzyılın ihtiyacı olan yapay zekâ gibi alanlarda yetkinliklerinin çok yüksek olmaları. Bunun en büyük örneklerden bir tanesi elbette ki Stanford Üniversitesi. Ya da bunun için büyük gayret gösteren MIT. Bugün, dördüncü nesil üniversite anlamında büyük çaba gösteren, aynı zamanda Uzak Doğu’da Şangay ya da Hong Kong Teknik Üniversitesi veya Tokyo gibi üniversiteler de yer almakta. Bu üniversitelerin asıl amaçlarından bir tanesi teknoloji ve inovasyon alanında büyük fark yaratan büyük çalışmalara imza atmak. Özellikle Almanya’da Max Planck ve TUM diye bildiğimiz üniversiteler; Hollanda’da Eindhoven ve Delft; İngiltere’de Oxford, Cambridge ve özellikle de Imperial; ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, Koç ya da Sabancı bu tür üniversitelere örnek verebileceğimiz üniversiteler. Dördüncü nesil üniversitede asıl mesele, gerçek anlamda insana dokunan, sadece sanayinin kâr etmesini gütmeyip inovasyon ve teknoloji ile beraber, dünyada çığır açacak çalışmalara önayak olmak.
Bu üniversitelerin en önemli farklılıklarından bir tanesi, “pure science” diye geçen temel bilim alanına çok önem veriyor olmaları. Matematik, fizik, kimya, biyoloji gerçek anlamda bu üniversiteler tarafından çok önemseniyorlar. Bunun dışında da özellikle bilgisayar alanında önemli fark yaratacak çalışmalara önayak oluyorlar. Hele bu üniversitelerin bir de yaşam bilimleri alanındaki özellikleri, biyoteknoloji ile birlikte birleştirerek yapılandırdığında müthiş bir sonuç çıkıyor. Bu nedenden dolayı birçok üniversite mutlaka kendi içinde yaşam bilimlerini, biyoteknoloji ve tıp fakültelerini açma gayreti içinde. Çünkü amaç, insan için insanla birlikte önemli bir çalışma alanı ve ekosistemi oluşturabilmek. O yüzden dördüncü nesil üniversiteler önümüzdeki dönemde ciddi anlamda yapılanacak. Bu anlamda buna ayak uyduramayan üniversitelerde büyük bir gerileme olacak. O yüzden en çok öğrencilere ve ailelerine önerdiğim konulardan bir tanesi şu: Lütfen, ismi olan değil, bölümünde belli bir yerde olan üniversiteleri tercih etmek asıl önemli olan. Çünkü o üniversiteleri o üniversite yapan, ya da bölümü bölüm yapan kısım, oradaki üniversite hocalarının ve hatta daha da önemlisi, üniversite hocalarının gelmelerine neden olan groundlarla ile birlikte yapılan Ar-ge çalışmaları; Araştırma ve geliştirmeler. Bu arada yapılan patentler, kurulan ve düzenlenen araştırmalar öyle bir noktaya geliyor ki artık bugün üniversite hocaları bu strateji içinde kendi şirketlerini, kendi öğrencileri ile birlikte kurarak çok önemli çığır açacak olan çalışmaların altına imza atıyorlar. Bu vesile ile başka bir videoda da bahsedeceğim üzere üniversiteler artık sadece üniversite eğitimi ile kalmayıp, “boot camp” diye adı geçen, önemli, 4, 6,12 ya da 18 aylık, önemli, sıkıştırılmış eğitimler de veriyorlar. Bu eğitimler artık öyle bir hâle geldi ki, herhangi bir başka üniversiteden mezun olsanız bile, artık bir başka üniversitenin, mesela MIT’nin veya Stanford’ın ya da UC Berkeley’nin, boot camp’ine katılarak kendi hayatınızda yaşam boyu eğitim bir parçası olarak kendinizi geliştirecek yeni teknoloji alanında da fark yaratacak bir eğitimi ve öğrenimi kazanabilirsiniz. Artık eğitimde, öğrenimde ve gerçek anlamda alanların ihtiyacı olan insan kapasitesinin farklılığında büyük değişim var. Asıl amacımız da zaten bu değişimi iyi yakalayabilmek, önceden görmek, tedbir almak, olabildiğince hızlı bir şekilde hazır olabilmek.
Yeni nesil üniversiteleri detaylı olarak anlattığım YouTube videoma göz atabilirsiniz.
Bu sene, özellikle, İngiltere’de çalışma izninin iki sene daha uzun veriliyor olmasından dolayı İngiltere’ye başvurularda büyük bir artış var. Oxford Üniversitesi bu sene geçen seneye nazaran 2,5 misli daha fazla başvuru aldı. Sadece Türkiye’den değil, bütün, global anlamda pek çok öğrenci Amerika, Kanada ya da Avrupa’ya gitmektense daha çok, tercihlerini İngiltere’den yana kullanmaya başladılar. Bu nedenden dolayı İngiltere’deki üniversiteler de gelen talebi karşılayabilmek için elbette ki kriterlerini birazcık değiştirdi.
Üniversiteler artık özel anlamda IB sınavında high levelda 19 istiyorlar. Yani alacağınız 3 high level dersinizin toplamının 21 yerine 19 olmasını istiyorlar. O yüzden İngiltere, bütün üniversiteler nezdinde farklı bir gündemi daha açmış konumda. Oxford ve Cambridge üniversiteleri ise şu anda tam öğrencilerini interviewlar(mülâkat) için tercih edip, bu anlamda davetlerini göndermiş konumda. Bu da şunu gösteriyor ki özellikle Oxford ve Cambridge’te interview alan öğrencilerin çoğunun birinci derecede SAT skorları 1.460’ın üstünde, ve özellikle de AP’de ya da IB’de belli bir puana sahipler. AP’de ve IB’nin daha da ötesinde, Cambridge ve Oxford’un kendi yapmış oldukları sınavlarda yüksek başarı istiyorlar. Bu nedenden dolayı özellikle interview için çağırılan öğrencilerimizin en çok üzerinde durulduğu konulardan bir tanesi gerçek anlamda kendi alanlarında tüm bu akademik çalışmaların ötesinde, araştırma projelerinde de belli bir noktaya gelmiş olanların tercih ediliyor olması. Interview sonuçlarını göreceğiz. Ama genel anlamda Imperial, UCL gibi dünyanın en iyi global anlamdaki üniversiteleri, Manchester, King’s College gibi diğer bunu takip eden üniversiteler ise kriterler anlamında artık, SAT’ı da ister konumda. Yani siz sadece AB, IB sınavlarına girmeniz değil, aynı zamanda belli bir puan SAT’ınızın da olması gerekiyor. Hatta SAT Subject’leri bile talep ediyor oluyorlar. O yüzden şunu görüyoruz ki, dünyadaki en iyi A+ ya da A- üniversiteler, kendilerini yeniden yapılandırarak,artık ortak; aynı belli sınavları ve belli içerikleri ister konumda. Sizce neden? Çok açık. Bu üniversiteler artık ekonominin, inovasyon ve teknolojinin tam ortasında yer alan üniversiteler olmaları nedeniyle, seçtikleri öğrencilerin de bu kalitede şimdiden hazır olarak gelmiş olmalarını istiyorlar ve bu hazırlık içinde de öğrencilerini en kısa zamanda Ar-Ge projeleri içinde yer almaları istiyorlar. Örneğin Cambridge, yapay zekâ konusunda inanılmaz bir kümelendirme oluşturuyor. Aynı kümelendirmeyi “new media” alanında King’s College ve Manchester’da görüyoruz. UCL ve Oxford ise, özellikle, yaşlanan toplum için inanılmaz anlamda “yaşam bilimleri”nde müthiş bir farklılık oluşturmuş konumda. Özellikle üzerine basa basa duruyorum ki bunun çok dikkat edilmesi gereken bir husus olarak özellikle öğrencileri uyarıyorum. Artık sadece makine mühendisliği, elektrik-elektronik, kimya ya da inşaat gibi mühendislik alanında değil; aynı zamanda mutlaka bunun yanında yabancı dil yeterliği kadar, sizin bilgisayar ya da bilgisayar dilleri konusunda yetkinliğinizi de arttırıyor olmanız lazım. Kısacası, bu son toplantıda da belirtildiği gibi, sadece mühendislik eğitimi, teknikerlik eğitimi gibi görülüyor. Eğer bunların yanında yapay zekâ, makine öğrenmesi “big data” alınmadığı takdirde bunun bir mühendislik olarak nitelendirilmediği göz önünde bulunduruluyor. Bu yüzden İngiltere başvurularında en çok dikkat edilmesi gereken konulardan bir tanesi gerçekte kendinizi hem akademik anlamda yapılandırmanız, hem de IB ile, IB’yi de riske atmamak için AP ile desteklenmiş bir başvuru sürecini yakalamanız, bu süreçler içinde de kendinizi üniversitelerin nezdinde sizi tercih eden mentor’lar tarafından tercih edilme sürecinde yapmış olduğumuz Ar-Ge projelerinizin, employment’larınızın çok ciddi stratejik olarak yapılıyor olması lazım.
Size bundan önce çok çok kez bahsettim. 2020 ve sonrası çok şeyler değişecek. Üniversiteler bu anlamda en kritik yerlere ve en önemli merkezlerin en önemli, can alıcı alanları olacak. Bu nedenle, üniversiteler artık çıkış basamaklarını oluşturan en önemli merkezler. Bu merkezlerde yer almak, bu merkezlerin içinde fark yaratabilmek için ise lise döneminde 9-10-11 ve -son sene çok geç olabilir- belki 12. sınıfın başında çok düzgün hazırlanmak gerekiyor. Bu nedenden dolayı aileleri özellikle uyarıyorum ki, lütfen internet sitelerine bakmakla kalmayın. Uzman ve konusunda gerçekten yetkin olan kişilerle birlikte çalışın. Çünkü bugün pek çok öğrencinin Yanlış bilgilendirmeden ya da yeterince doğru bilgilendirilmemeleri nedeniyle gerçekten açıkta kaldığını ya da istediği üniversiteden kabul alamadığını görüyoruz. Bu nedenle, İngiltere başvuruları tekrardan yapılanmakta, İngiltere başvuruları süreçlerinde özellikle dikkat edilmesi gereken unsurların neler olduğunu çok iyi takip etmek gerekmekte.
İngiltere’de eğitim ile ilgili daha fazla bilgi almak için YouTube videoma göz atabilirsiniz.
21. Yüzyılda bireylerin veya anne ve babalar için çocuklarının gerçekte kendi kabiliyetlerine, bilgi ve ilgi alanlarına göre meslek seçimlerini bilmek en önemli konu oldu. Stratejik Yetenek Yönetimi, 21. yüzyılda bireyin nasıl bir yol haritası izleyerek hayatına devam edeceğini gösteren en önemli unsurlardan bir tanesi. Bize, gerçekte yol haritası verirken, kendi ilgi alanlarımız, bilgi ve becerimize göre meslek seçimimizin neler olduğunu gösteriyor ve aynı zamanda memnuniyet oranımızı artırıyor.
Bireyin veya anne-baba iseniz çocuklarınızın gelişim alanlarını biliyor olmanız lazım. Aynı zamanda mesleki yetkinlik ve yatkınlıklarını da görmeniz gerekiyor. Bu süreç içinde hangi ülkede, hangi okulda ve bölümde okuyacağınıza da karar veriyor olmanız lazım. Eğitim dünyası, herkese aynı muameleyi yapıyor. Ama aslında bizim öğrenme şekillerimiz ve bunları tekrarlayarak pekiştirme biçimlerimiz farklı. 21. Yüzyılda tüm bu öğrenmenin yanı sıra bir de dijital dünyayı dengelemeniz gerekiyor. Özellikle öğrencinin “extracurricular” diye tanımladığımız, diğer okul dışı faaliyetlerinin de neler olduğuna karar vermemiz gerekiyor. Mesela müzik, sanat, spor veya drama, dans; bunlardan en önemlileri. Bu extracurricular yani okul dışı aktivitelerin de bireyin gelişimi açısından doğru tercih edilmesi gerekiyor.
Tüm bunları düzenledikten sonraki en önemli alan ise bireyin performans alanının belirlenmesi. Bireyler performans alanı olarak öğrencilik sonrasında temel olarak beş alanda faaliyet gösteriyorlar. Ya gerçekten girişimci olup kendi işyerlerini açıyorlar, ya profesör yönetici olup bir yerde çalışıyorlar, ya da araştırma-geliştirme(AR-GE) içinde yer alıp akademisyen olabiliyorlar. Bugün aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarında yer almak da bir başka performans alanı. Bugün bunlardan sadece bir tanesini değil, belki birkaç tanesini bir arada yapıyor olabilirsiniz. O yüzden bireyin memnuniyet alanını artırabilmek için performans alanını biliyor olmak lazım. Özellikle Z Kuşağı, bu anlamda en fazla sıkıntı çeken kuşak. Z Kuşağı’ndan daha önce bahsetmiştim. Farklı bir kuşak. O yüzden çalışma alanları için gerçekten doğru alanların tespit edilmesi lazım. Stratejik Yetenek Yönetimi’nde de en önemli ajandalarından bir tanesi bu.
Tüm bunları bilirken özellikle 21. yüzyılda hangi sektörlerin geliştiğini de bilmemiz gerekiyor. O yüzden Stratejik Yetenek Yönetimi, bilim haritalarını kullanarak, dünyada bugün ve gelecekte hangi alanların ön plana çıkacağını söylüyor. Gerçek anlamda 2020-2030-2050-2100’leri düşünerek Stratejik Yetenek Yönetimi’ni kullanıp, kendi hayatınızı yönlendiriyor olmanız gerekiyor. Bu kadar büyük düşündükten sonraki en önemli ajanda ise, bunları özellikle küçük planlar halinde takip edebilmek. O yüzden biz 3-6-12-24-48-72 ay içindeki süreçleri 3’er aylık süreçlerde takip ediyoruz. Bu vizyon çerçevesinde bireyin eksiklikleri belirleniyor ve aynı zamanda geliştirmesi gereken alanları Vygotsky’nin söylemine göre, tamamlanması sağlanıyor. Tüm bunların asıl sebebi, gerçekte bireyin daha faydalı hâle gelmesi, memnun olabileceği, değer üretebileceği bir alanı bulmak. Ve bu sayede, kendini tanıyarak, kendi bulunduğu ortam ile beraber daha iyi bir vizyon ve daha iyi bir gelecek gerçekleştirebiliyor.
Biz, tüm bu süreçler sırasında bireyin, bireysel anlamdaki gelişimini de göz önünde bulunduruyoruz. Her birimizin gerçekte dört tane bedeni var: Fiziksel, duygusal, zihinsel ve inanç bedenlerimiz de dikkate alınarak Stratejik Yetenek Yönetimi’ne, birey gelişimine yön vererek bir yol haritası izleniyor. Bireyin bütün bu bireysel taraflarına bakıldıktan sonra etrafındaki mikro sistem de göz önünde bulunduruluyor. Bu yüzden, bu süreçte Stratejik Yetenek Yönetimi aynı zamanda anne ve babalara da inanılmaz önemli bir yol haritası veriyor. Sadece çocuğunuzu anlamakla kalmıyorsunuz, çocuğun da aynı zamanda anne ve babasını anlamasını sağlayacak bir ortam yaratıyorsunuz. Bireysel ve mikro yapının dışında, etrafımızda daha büyük, bizi indirekt etkileyen bir makro sistem var. Makro sistem; sosyo-ekonomik, politik, teknolojik, çevresel değişimleri anlatıyor. Finansal yeterlilikler, ekonomik farklılıklar, döviz farklılıkları birçok tercihimizi etkileyebiliyor. Biz bu süreçler içindeyiz. O yüzden, öğrencinin hedeflerine göre, burs oran ve imkânlarını da düşünüyor ve buna göre yapılandırıyoruz.
Özellikle “ilkel beyin”diye tanımladığımız, korkular ve kaygıları da göz önünde bulunduruyoruz. Kısacası Stratejik Yetenek Yönetimi, bireyin IQ ve EQ’sunu devreye alarak, onun ilkel beynini de göz önünde bulundurarak bireyi bütünsel olarak değerlendiriyor.
Stratejik Yetenek Yönetimi, 21. yüzyılda birey veya anne-babalar için kendi çocuklarına ellerinde bir referans noktası oluşturması adına çok önemli bir kaynak. Bu sadece fotoğraf çekmiyor. Aynı zamanda bireyin 3-6-12-24 ay sonra ya da 5 yıl sonraki süreçlerini de takip etme imkânını sağlıyor. Bu bize aslında gerçekten birey hakkında çok ciddi detaylı bilgi sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda onun geleceğinin daha iyi olması için yapılandırılmış bir sistem sunuyor.
Daha detaylı bilgi almak için YouTube videoma da göz atabilirsiniz.